SAMANDAĞ’DA AĞAÇTAN AĞACA UÇAN YILAN

YAYINLAMA: 24 Temmuz 2022 / 17.20 | GÜNCELLEME: 24 Temmuz 2022 / 17.20

Samandağ, yaşadığım yere 52 kilometre mesafede çok sevdiğim bir yerleşim yeridir. Tam da bu mevsimde açan ve mis gibi kokan kum zambaklarıyla, çok derinlere giden tarihi yapısıyla, Asi nehrinin denizle buluşurken geride yemyeşil vadi bıraktığı güzel bir coğrafyadır aslında. İnsanları da candır, iyidir, çalışkan ve üreticidir.

Yıllar evvel şimdi rahmetli olan Nedim Kimyon bizi Samandağ’a götürüp İsmail Zubari ile tanıştırmıştı. İsmail, okuyan, yazan, aydın kelimesinin tam karşılık bulduğu güzel bir insandır. Çiftçidir, Antakya bölgesinin her türlü özelliğini bilen, bölgenin ürünlerini doğru tanımamıza neden olan çalışkan bir insandır. Yaşadığı bölgeyi anlatan bir kitap da yazdı. Lokal anlamda yazılmış kitapların en güzellerinden biri diyebilirim.

Antakya bölgesi, Mezopotamya sınırında olduğundan zeytin ağacının anavatanı, dağlarında halen leçelik denilen yabani zeytin ağaçlarını barındıran bir coğrafyadır. Bölgede çokca bulunan ve zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağı, İsmail’in sihirli ellerinde müthiş bir sabun yapımına dönüştü. Halen amatör olarak yapımını sürdürdüğü sabunu, yemek yapmakta kullandığımız zeytinyağından imal ediyor. Bölgenin coğrafyasında olan defne de ve hatta kantaron yağı da sabuna dahil oldu ve ortaya müthiş bir ürün çıktı. Samandağı’nı anlat deyince benim aklıma ilk etapta bunlar geliyor, işte...

Nedim Bey bizi İsmail ile tanıştırdı, İsmail de bizi Necati Bey, yeğenleri Selva ve Ülkü Havare ile buluşturdu. Selva ve Ülkü kısa zamanda benim idollerim listesine girdiler. Çok çalışkan iki kızdardeşten bahsediyorum. Zaten, soyisimleri olan Havare de kızkardeş demekmiş Arapça’da. Babalarından kalan bahçeyi kardeş sayısına göre bölmüşler. Kendileri imalata girecekleri için paylarına düşen bölümü tel sınırlarla çevreleyip, bir kısmına imalat atölyesi yaptırmışlar. Atölyeleri gıda standardına uygun, tertemiz, Samandağ’ın bayıldığım tatlı rüzgârını alan, bahçelerin yoğun olduğu bir bölgede bulunuyor. Her gidişimde kocaman portakal ağaçlarının altında oturup, onların hazırladıkları envai çeşit yiyeceği tatmayı ve sohbet etmeyi kendime ödül olarak algılıyorum. Tüm ürünler şahane de özellikle portakal çiçeği reçeline de bayılıyorum. Bu dediğim bahçenin/imalathanenin kapısında küçük bir tabela var, üzerinde: Hayte, Hatay yöresel ürünler yazıyor. Instagram’da sayfaları var, ne imal ettiklerini görebilirsiniz. Hani şu kahveye eşlik eden, ceviz, turunç, patlıcan, kabak tatlıları var ya, Selva ona bu sene de küçük elma tatlısını eklemiş.  Eskiden Antep’te de olurdu, ben bu zaman çıkan küçük yeşil elmaları pek severim. Gerçekten bu yeni imalat, Selva’nın ve Ülkü’nün karakterlerini ortaya koymalarını sağlamış bence. Ayol, minnacık elma, onun altını zarifçe delip, bütünlüğünü bozmadan, elmaların sert çekirdek kısmını oyarak dışarı çıkarıp yerine ceviz yerleştirmişler. Üstelik bu işi de kendisine yeni bir oyacak imal ederek başarmış Selva. Vallahi, bana gösterdi, mevcut bir oyacağın fiziki yapısını değiştirip, elmaların orta kısmını temizlemekte kullanmış. Kendileri gibi, zarif ve özel bir ürün çıkmış ortaya. O minik yerel elmalar bu yöntemden daha iyi değerlendirilemez herhalde.

Dedim ya, portakal ağaçlarının altında koyu bir sohbete daldık. Selva bana, kızının tıp fakültesinden mezun oluşunu, oğlunun bilgisayar mühendisi olduğunu anlatıyordu ki etrafta bir hışırtı duyduk. Eh pek aldırmadım ben, ne de olsa bahçede oturuyoruz, her türlü hayvanın doğal mekanında. Derken bir hareketlenme oldu, meğer bahçenin sınırında bir fare varmış, yılan da onu yutmak istermiş. Ama göreceksiniz, fare önde yılan arkada ağaçtan ağaca adeta uçuyorlar. Ben de ilk kez, yılanın ağacın en üst dallarını kullanarak muhteşem hızlı hareket ettiğine tanık oldum. O kadar hızlı hareket ettiler ki fotoğraf filan çekemedik. Bir de biz ağaçların altında olduğumuz için olayı, yaprakların ve dalların müsade ettiği kadar alt kısımdan görüyoruz. Selva, yılandan korkuyor, daha doğrusu dalların arasından kayıp üzerimize düşecek diye endişe ediyor. İki de bir “Vallahi Hocam, ilk defa böyle bir şey oluyor, şaşırdım, kaldım” diye bana hesap veriyor. Selva’ya dedim ki: “Ayol, şu korktuğun gariban yılan, eline geçerse beslenme olarak haftada sadece bir kez canlı fare yiyecek, onu bile çok görüyorsunuz!”.  Selva gülüyor: “Hocam, doğayı ne kadar iyi tanımışsınız, hiç korkup endişe de etmiyorsunuz, bravo!” diyor.

1

Soldaki Ülkü, sağdaki Selva… Yazlık sebze ve taze baharatlı bitkilerini de kendileri yetiştiriyorlar. Ülkü de benim gibi reyhanı, fesleğeni pek severmiş. Antep tabiriyle bana “şitil” verdiler. Ben de yetiştiriyorum ama, doğru hasat etmeyi bilmediğimden kısa sürede kocattığımı öğrendim Havare kızlardan.

2

Kahvenin eşlikcisi ceviz, turunç, kabak, patlıcan ve küçük elma tatlıları. Ortadaki benim götürdüğüm içerisinde ıtır olan Gül petalleriyle kaplı lokum. O da Antakya’da imal ediliyor.

3

Mutfakta hep birlikte bulaşık yıkadık. En öndeki Selva, diğer yanımdaki Ülkü.

4

Evet, yılan ve fare az ilerdeki ağaçların üzerinden uçup, kayıp gittiler. İzlediğim kadarıyla fare, yılana yem olmadı! Ama bizden sonra ne oldu bilemem tabii.

5jpg

Kahvaltı masasındakileri sayacağım: Selva ve Ülkü’nün imal ettikleri biberli ekmek, Antakya bölgesine özgü külçe. Selva bunu muhteşem yapıyor, gerçekten… içerisinde baharat ve çörek otu var, bir ürün bu kadar iyi olabilir. Kendi imalatları baharatlı çökelek, yâni sürk peyniri, saç ekmeği, envai tür reçel, humus, süzülmüş yoğurt, peynir. Bu arada Samandağ ve Antakya’nın yerel peynir açısından çok zengin olduğunu belirtmeliyim.

6

Selva ve Ülkü’nün hazırladığı güzel kahvaltının yumurtasını Türker servis etti.

SAMANDAĞ’DA AĞAÇTAN AĞACA UÇAN YILAN