ŞÜKRAN

YAYINLAMA: 31 Temmuz 2022 / 17.17 | GÜNCELLEME: 31 Temmuz 2022 / 17.17

Bugün bir arkadaşım öldü benim. Daha doğrusu toprağa verildi. Gidişini okuduğum zaman muhteşem şok yaşadım, hasta olduğunu bilmiyordum zira. Ne zamandan beri yazmak istediğim yazıyı onun nezdinde yazmak istedim.

Bu yazı yetişirken ve halen rastladığım “küçük erkekler” üzerine olacak. Küçük derken, çocuktan bahsetmiyorum, şahsiyeti gelişmemiş, bir türlü kendisi olamamış, karısının, kızının ya da annesinin parasını yiyerek hovardalık yapan küçük erkekleri anlatacağım. O kadar kafam bozuldu ki, kendime göre meze alıp, rakımı buzumu ve hatta bardağımı hazırlayıp, gazinoya indim, rakı içerken yazıyorum bunları.

Şükran, benim uzaktan akrabam olur. Uzaktan dediysem halamın gelininin yeğeninden bahsettiğimi yazayım buraya. Çorap üreten bir ailenin kızıydı. Aile ben küçükken İstanbul’a göçtü. -Evimiz Bahçeli olduğu için bir köpek edinmeye heves etmiştim, Şükran’ın ailesi bir yavru köpek bulmuştu bana, ama ilk akşamdan çaldırtmıştım onu- Yani unutamadığım bir de anım var onunla. Seneler sonra, ikimizin de Lions Kulübü üyesi olmamız nedeniyle yolumuz kesişti, hem de aynı kulüpte, çok da iyi oldu.

İstanbul’daki Lions yaşamımın başında Şükran’ın pek süslü iç çamaşırları üretip Avrupa’ya ihraç ettiğini öğrendim. Kendisinden randevu alıp, iş yerine gidip röportaj yaptım. İşyeri sanırım Bayrampaşa’daydı. Hani, şu arabayla fabrikanın kapısına gidebildiğimiz yer. Kat, kat… sanki bir pasajda katları araba ile çıkabiliyorsunuz.

Koskocaman üretim yapılan bir bina, Şükran o koca binanın ortasında camdan bir kulede oturuyor. Çalışanları, işi görüyor, kendisi de orada ürünlerini yaratıyor. Nereden baksanız, bina içinde bina, kapalı, dışardan temiz hava almayan bir alan… Şükran’la en az yedi saat oturdum ben orada, konuşabilmek için yanında durmam gerekiyor. Sorumu cevaplıyor, bir sonraki soru için 30 ila 45 dakika arasında bekliyorum. O nedenle uzun saatler yanında kaldım, ama yaptığı işe de vakıf oldum. Röportaj, o dönemde Aykut Tuzcu-Nurgün Balcıoğlu tarafından çıkartılan Zeugma Dergisi’nde yayınlanmıştı. Şükran Antepli olduğu için pek bir gururla yazmıştım yazıyı.

Bu yazıyı yazmak için dergideki yazıma bakmadım. Fevkalade üzgün olduğum için aklımda kalmayanları öğrenmeye cesaretim de yok doğrusu. Aklımda kaldığı kadarıyla Şükran’ın farkına vardığım başarı hikayesi şöyle:

Şükran, Lions Kulüp üyesi olduktan sonra kulüp arkadaşı Diana ile Lions’un diğer ülkelerdeki çeşitli toplantı ve konvansiyonlarına katılırlar. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Kanada’da bir şehirde boş vakitte alışverişe çıkarlar. Şükran orada dantelle dikilmiş kadın iç çamaşırları görür , beğenir ve “yav bunu bizim çorap tesislerinde ben üretebilirim” der. Değişik modellerinden bolca satın alır. Ülkeye döndükten sonra, eşini fabrikada yeni bir bant açıp, süslü kadın iç çamaşırı üretmek ve ihraç etmek konusunda ikna eder. Çorap fabrikası ortaklıktır. Babası ile amcası ve kendileri ortaktırlar. Amcası aynı zamanda kayınpederidir, “Bu yaştan sonra don mu üreteceğiz?” diye itiraz etse de Şükran babasından ve kocasından destek alarak iç çamaşırı üretimine girer. Daha girerken hayretle görür ki zaten Avrupa’da müşteri de hazırdır. O yıllarda Antep’te fistolu, dantelli pek şık kumaşlar üretilmektedir. Şükran, o kumaşlardan getirtir ve iç çamaşırları üzerine uygulamaya başlar. Müşterilere örnek gönderilir, pek beğenilir ve imalat başlar.

Ben İstanbul’da Şükran’la buluştuğumda üretim yıllarının doruğunu yaşıyordu. Sorular arasında mola verdiğimde o ha bire yeni kreasyonlara imza atıyordu. Tanrım, o yedi saat içerisinde ne güzellikler üretti, tarif edemem. Sadece zevkli değil, tanrı vergisi yaratıcı bir kadındı. Zaman zaman dantel üreticisi firmalara telefon edip, farklı renk ve desenlerde dantel üretmelerini istiyor, kumaşın nasıl olması gerektiğini anlatıyordu onlara. Şükran’ın yanından ayrıldığımda “Tanrım ona sağlık ver, üretsin, ihraç etsin” demiştim. Öyle ya, bina içinde bina, havasız bir yerde çalışıyordu, 12 saat boyunca…

Aradan kaç yıl geçti hatırlamıyorum, bir baktım ki Şükran boşanıyor. Şaşırdım. Ayol, muhteşem üreten bir kadın, iki tane sağlıklı çocuk, Şükran’a adeta tapan bir anne-baba, boşanma nereden çıktı?

Canım arkadaşım, arada bir işyeri kayıtlarını kontrol edermiş, “Ne kazanıyoruz, israf ettiğimiz ürünler var mı, verimli çalışıyor muyuz?” gibi… muhasebe defterinde bazı harcamalar dikkatini çekmiş, ……. Koleji’ne makbuz karşılığı yatırılmış para, aynı Kolej’e servis ücreti, bir kuyumcuya ödeme, bir ev kirası makbuzu filan. Şükran’ın çocukları büyük, Kolej’e gitmiyorlar. Kendisi kuyumcudan filan bir şey almamış. Herhangi bir şekilde kira ödedikleri bir daire işgal etmiyorlar, kendilerinin yeteri kadar daireleri var zira. Garipsemiş ama, soru da sormamış, üretmekle pek meşgul. Bir gün tamamen tesadüf eseri, kocasının fabrikada çalışan bir hanıma daire tuttuğunu ve hanımın çocuğunu Kolej’e gönderdiğini öğrenmiş. Eşiyle konuşup, boşanmak istediğini söyleyince kıyamet kopmuş. Eşi, boşanmayacağını beyan etmiş ve savunma olarak çocuklarını anneleri aleyhine kışkırtmış. Öyle ki ilk mahkemede eş ve çocuklar, “Annemiz bizi çok ihmal etti, Lions Kulüp gibi sivil toplum örgütüne girerek sık sık seyahatlere gitti, evde yoktu, bize bakmadı” filan demişler. Bir sonraki duruşmada avukatı, hakkında yazı çıkan Zeugma Dergisi’ni koymuş dosyaya. Hakim yazımı okumuş ve Şükran’ı tebrik etmiş, başarılarından ötürü. Daha sonra da boşandı zaten. Çocuklar da özür dileyip, annelerinin yanında yer aldılar. Yaşadığı şehri de Antalya olarak değiştirip, İstanbul’dan uzaklaştı.

Boşanma sırasında ve sonrasında üretim filan da durdu ve o süper yaratıcı kadın atıl kaldı. Şükran’a neden amcasının oğlu ile evlendiğini sormuştum. “Aile ve hatta mahalle baskısı” diye cevap vermişti. Şükran fiziken de güzel bir kadındı. Amcasının oğlu ona aşık olmuşmuş. Şükran, evlenme teklifine olumlu cevap vermeyince, bırakın aileyi Yeşil Direk olarak anılan çorapçı esnafının yoğun olduğu semt, “Evlenmezsen, kendisini öldürecek” demişler. Babası da “Kızım, yakışıklı, düzgün bir çocuk, işi gücü de var, sana da aşık, biz evlenmen yönünde oyumuzu kullanıyoruz” demişler. Pek düşünme fırsatı vermemişler yâni…

Şükran, güya kendisine aşık, bizzat yaratıp kazandığı imkanları ona karşı kullanarak aldatan kocasını hiç affetmedi. Çeşitli hastalıklara gark olmasında, yaşadığı üzüntünün büyük payı vardı diye düşünüyorum. Her insan, her bünye derin kederleri kaldıramıyor belli ki.

Şükran, çok başarılı bir kadın, yaratıyordu o çamaşırları. Hatırlarım, çok da güzel yemekler pişirirdi. Bizi evine davet ederdi, o kadar işinin arasında yemek de yapardı, hem de harika yemekler. Şen şakraktı yaşam doluydu, muhteşem espriler yapardı. İlk torunu kız olmuştu. Çok sevimli bir kız çocuğu… bıcır bıcır da konuştu. İsmi neydi hatırlamıyorum, Şükran, kızın adını “Hattuç” koymuştu. Hattuç, Antep’te Hatice’nin karşılığı için kullanılan eski bir isimdir. Çocuk da öğrenmiş, Hattuç diye seslenince “efendim Babaannecim” diyordu.

Boşandıktan hemen sonra ki bir telefon görüşmemizde: “Ayfercim, terfi ettim, hürgeneral” oldum demişti.

Küçük beyinli, öngörüsüz, şahsiyetsiz, korkak, beceriksiz, elindekini bile değerlendiremeyen bir erkeğin telef ettiği bir tanrıça…

Şükrancım, bir başka zamanda, doğanın bir başka yerinde görüşmek üzere…

İyi ki seni tanıdım.

Huzur içerisinde uyu, mükemmel biriydin.

ŞÜKRAN