Taze börülceli bulgur pilavı
Türkiye genelinde börülce olarak isimlendirilir. Antep’te lolaz, Antakya’da löbye, başka yerlerde karnıkara, acebek gibi isimler verilen bir bakliyat türüdür. Antep’te taze börülce var mıydı? Hatırlayamadım. Sağolsun Arkadaşım Yezdan Zorbaş, hemen hatırlattı. Antep’te taze börülceye “göv lolaz” derlermiş. Bildiğiniz gibi Antep’te göv kelimesi taze yetişen yiyecekler için kullanılır, göv soğan gibi. Ömer Asım Bey’in sözlüğüne baktım, göv kelimesi “koyu yeşil” anlamına da geliyormuş.
Yazları Arsuz’da yaşamaya başlayınca iki çeşit taze börülce olduğunu da fark ettim. Antakya bölgesinde “arşın löbye” denilen boyu 50 santime ulaşan türü olduğunu görüp, alıp, pişirdim de… Doğrusu börülcenin yeşil olanını tarif üzerine taze fasulye gibi pişirip hiç sevmemiştim. Arşın löbye olanını haşladım, sıcakken zeytinyağı ve sarımsakla buluşturdum, tadını pek sevdim.
Zaman geçti, kısmet oldu, Güre’de Erhan Şeker’le pazara gittik. Erhan restoranında ikram etmek üzere bol miktarda taze yeşil börülce aldı. İkram ederken haşlayıp, zeytinyağı ve sarımsakla karıştırdı -zaten bu yöntemi de ondan öğrenmiştim- doğrusu biraz çekinerek yedim. Aaaa tadı, benim Antakya bölgesinde yediğimden çok farklıydı. Arsuz’da yediğimin tadı çok belirgin ve sertti. Ege’de yetişenler daha şekerli ve yumuşak tatdaydı. Deneye deneye arşın löbyenin tadının Ege bölgesine yakın olduğunu keşfettim. Ancak arşın löbyeyi de bulmak her zaman mümkün olmuyordu. Sürekli pazarlara gidip, kovalamak gerekiyordu, yapamadım. Neyse….
Dün, Akçalı köyünden gelen motorsikletli satıcının sesini duydum, durdurdum. Adam, ne satarsa en az bir kiloluk poşetlerde satıyor. Daha az alamıyorsunuz. Çok güzel bamyası da vardı, fiyatı da iyiydi, ama ben de ayıklayacak güç yoktu. Taze yeşil börülceyi almam konusunda ısrarcı oldu. Tamam da bir kilo börülceyi ben ne yapayım? Israr, ısrar, aldım tabiii. Antep’te kuru börülce ile pilav yaparız biz. İçerisine bol soğan koyarız. Netice olarak taze börülceleri yıkamış, süzdürmüş ve minik minik doğramış bir Ayfer gördük ekranda. Kaç saat sürdü -başka işler de yaptım- bilemiyorum. Kocaman bir wog tavasına bol soğan doğradım, zeytinyağında soldurdum. Sonra börülceleri koyup, 20 dakika çevirdim. Bu arada, evde kalmış pek de lezzeti olmayan domatesleri püre yapıp 20 dakika da onları ayrı olarak pişirdim. Kavrulmuş börülceyi altı porsiyon yaptım. Beş tanesini derin dondurucuya koydum. Bir porsiyonunu, bir miktar pişmiş domatesle buluşturdum, on dakika kadar pişirdim. Çok lezzetsizdi. Az şeker attım, üç diş kıyılmış sarımsak ekledim, pul kırmızıbiber ekledim. Az tuz attım. Tadı epeyi düzeldi. Bu arada üşenmeden tencerede ki su miktarını süzdüm, ölçtüm. Geri tencereye döktüm ve kimyon ekledim -kimyonu satıcı tavsiye etmişti-. Bu karışımın üzerine kaynar haldeyken beş kaşık bulgur koydum. Tadına bakıp, az tuz ekledim ve ceviz kadar tereyağı koymaya karar verdim. Tereyağı da koyunca süper oldu. Bulgur suyunu çekinceye kadar pişirdim. Servis yaparken üzerine karabiber de serptim.
Hikâyeyi bu kadar uzun yazmamın nedeni şu… yemek pişirirken mutlaka geçmişteki deneyimlere göz atmak gerek. Bir çay kaşığı şeker, börülcenin o sevmediğim tadını “hoş” hale getirdi. Sarımsak ve kimyon da çok yakıştı börülceye. Dondurucuya kaldırdığım kavrulmuş börülceler bana, aynı pilavı beş kez daha yapma şansı verecek. Reçeteyi oluşturdum ya. Bütün diğer malzemelerim de var. Oh ne ala…
Ben, mama tenceresi diyebileceğiniz küçüklükte pişirme gereçleri kullanıyorum. Bazen 5 kaşık, bazen 4 kaşık bulgurla pilav pişiriyorum. Artmadığı için, hemen taze iken tüketiyorum. Benim gibi az nüfuslu ailelere tavsiye ederim.