Yer yerinden oynadı…
6 Mart günü bir nedenle notere gitmek zorunda kaldım. Arsuz’da bir noter var, oraya gittik sabahtan. Hiç aklıma gelmedi noterin yıkılmış olabileceği… Gittik önüne, vitrin camı kırılmış, içerideki masa darmadağın, dosyalar ortalığa saçılmış. Neyseki demir daraba var, kimse içeri giremez. Az ilerde bir nalbur var ona sordum, “Burası çalışmadığı gibi İskenderun’daki noterler de kapalıymış.” Eyvah! Hemen Emir Barbur ve Av.Bülent Özsavaş’ı aradım, İskenderun’da noterlerin çalışıp çalışmadığını sordum. Emir, İskenderun’dan, Bülent ise Noterler Odası’ndan İskenderun’daki tüm noterlerin çalıştığı bilgisine ulaştıklarını söylediler.
Gittik İskenderun’a… Belen’den şehre inerken neredeyse sağ taraf, İnan yapı da dahil yıkılmış. Solda da epey yakılan bina var. Paç meydanını tanımadım zaten. Arabamızı park ettiğimiz katlı otoparka yöneldik, bir keşmekeşlik içinde mahale vardık, sokak kapalı, etrafta yıkık dökük binalar var, park yerine ulaşamadık. Bu arada başka bir otopark gördük, ancak arkadakinin sıkıştırmasıyla girişi kaçırdık. Geri geldik, açık otoparka girdik. Etrafındaki binalardan birinde ciddi hasar var. Diğerleri hasarsız gibi. Hasarlı olan binaya en uzak yere park ettik. Açık otoparktan dışarı yürürken, etraftaki yıkılmış, çökmüş binaların enkazına uzak gelen yerlerden geçip caddeye ulaştık. Noterliğin olduğu yere doğru yürümeye başladık. Nasıl yürümek ama… Cadde yer yer yarılmış, kaldırım taşları, döşemeler yerlerinden oynamış, dikkat etmezseniz kapaklanabilirsiniz. Nereden yürüyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Neyse ki caddede yıkılan bina yok. Noterin olduğu dar sokağı bulduk, noter açık, içeride insanlar var. Ancak, dar sokakta sanki binalar birbirine yakınlaşmış, bir sarsıntı olursa üzerimize mi yıkılır acaba endişesiyle sıraya girdik, neyse ki çok beklemedik. Hemen yaptılar işlemi. Arsuz’u sordum, Noterler Birliği bir konteynır hazırlamış, Arsuz’a en kısa sürede bir noter açılacakmış.
Noterin sokağı, birbirine paralel caddelere açılıyor. Dışarı çıkınca diğer caddeye geçmek üzere yürümeye başladık, tam köşedeki bina tehlike saçıyor, duvarları patlamış. Koşarak geçtik oradan. İskenderun’da Cem ayakkabı isminde çok büyük ayakkabı dükkanı vardır. Çok katlı bir binanın altındadır. Binanın bir kısmı yerin içine girmiş, üstteki katlar ayakkabı kutularının üzerine oturmuş gibi, ürkütücü bir manzara arz ediyor. Evet, İskenderun 150 santim yerin içine göçtüğü için, etrafta böyle manzaralar bulunuyor. Zaten caddelerdeki yarılmalar, kaldırım taş ve döşemelerinin yerlerinden oynamasının da nedeni o. Lütfen bundan sonra konserler, ya da coşkun kalabalıklar için: “Yer yerinden oynadı” sözcüğünü kullanmayın. Siz hiç yerin yerinden oynadığına tanık olmadınız çünkü. Ben, yerin yerinden oynadığını dehşet içinde gördüm depremden sonra.
Bir şeyler yedikten sonra Petek Pastanesi’ne girdik. İçerisi dolu, sadece güneşli tarafta bir iki masa var. Oturdum, hıçkırarak ağlamak istiyorum. Vücudum nasıl biliyor musunuz? İçi boş yastık kılıfı gibi… Sanki, içimden tüm organlarım, hatta kaslarım, kemiklerim boşalmış, sadece deriden kılıf duruyor. Dizlerim titriyor, elime, koluma hükmedemiyorum. Güneş yakıyor, üzerimdeki yeleği çıkarmaya mecalim yok. Neden biliyor musunuz? Çocukluğumdan itibaren biriktirdiğim onca İskenderun anısı göçük altında kalmış, onları enkazdan çıkarmaya çalışıyorum. Neler geçiyor o sırada aklımdan… Antep’ten günü birliğine İskenderun’a gelişimiz… o cıvıl cıvıl sahil… mutlaka kayığa binmemiz, yediğimiz şahane balık yemekleri… İskenderun’da yetişen rokadan yapılmış salata… o roka şimdi yok. Tadı çok farklıydı. Şimdi ülkenin her yerinde yetişen roka aynı. İskenderun rokası büyük yapraklı değildi. Acı hiç değildi, kendine özgü bir kokusu ve şahane tadı vardı. Nasıl yakışırdı balığın yanına…
Garson kız geldi, daha önceden görmemiştim sanki onu. Çay istedim, sonra aklıma Petek Pastanesi’nin #ArsuzLimonuyla yaptığı cheesecake geldi. Garsona sormadım, kalktım baktım var, ondan ısmarladım. #ArsuzLimonu meşhur olmadan da Petek onu yapıyordu. Güneşsiz bir masa boşaldı, oraya taşındık. O zaman farkına vardım, ben evden önce notere, sonra kuaföre gitmek üzere çıkmıştım. İskenderun kıyafetlerim üzerimde değil, çok da dağıttım kendimi galiba. Toparlanayım… Aaaaa duyulur şekilde müzik çalıyor salonda. Bir an aklıma İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan filmler geldi. Hani hafif karanlık mekanlarda Edith Piaf veya Marlene Dietrich’in şarkı söylediği sahneler vardır. İnsanların morallerinin bozuk olduğu hatta toplum olarak depresyon yaşanılan zamanlarda bu tür müzik, ortam iyi gelir ya insana, işte öyle…
Bu arada ısmarlamadığımız halde çay geldi. “Ismarlamadığınızı biliyorum, fazla koymuşum, lütfen kabul edin” dedi.
ArsuzLimonlu cheesecake gayet güzeldi. Çay zaten hep aynı kalitededir Petek’te. Epeyi oturduk, telefonla konuşuyorum, iki de bir mailimi kontrol ediyorum, Hollandalı gelecek ya… Bir hanım telefonla görüşmek istediğini yazmış mesajda, onu aradım. Limonla ilgili… toplam 20 dakikalık konuşmada ana fikir -kocası arkadan yüksek sesle yönlendiriyor- benden büyük marketlerin yetkililerinin telefonlarını almak. Kendileri görüşüp satmak istiyorlarmış. ”Benim yola çıkış amacım, solucan çadırında kalan, uyurken yüzünde solucan gezen insanların limonlarının satılmasını sağlamaktı. Limon parasıyla belki yaşamak için daha iyi şartlar sağlayabilirler” dedim. Anladığını sanmıyorum, 20 dakika aynı şeyleri konuştuk, ümidim kesilince müsade istedim. Elimde imkan olsa da tüm limonlar satılsa. Hepsi milli servet değil mi? Üslup hoş değil.
Bir başka hanım da: “Siz kaçtan sattınız limonları?” diye sormuş mesajda. “Limon konusunda sizinle farklı kulvardayız” dedim. Bana başarılar dilemiş, sağ olsun.
Ahh bu arada, Mersin’de bir ihracatçı ile görüştüm, gerekirse yardım edecek bize. O, Mersin ve Erdemli bölgesindeki limonların hiç satılmadığını, ağaçta kaldıklarını söyledi. Çok üzüldüm. Keşke, keşke dünyaya satsak limonları, keşke…
Petek Pastanesi’nde depremden önce bir bardak çay, 14 lira idi. 6 Mart günü 5 lira ödedik. Eşimin yediği tatlının da parasını almamışlar herhalde. Bize fazla konulmuş çay ikram etmek de bahane. Resmen, moral vermeye çalıştılar, ağırladılar bizi… Pastaneye gelenlerin üzerlerinde yelek vardı, herbirinde başka bir şey yazıyordu. Demek ki insanları ağırlıyorlar.
Pastaneden dışarı çıkıp, Ticaret Odası binasının önünden geçtik. Binanın altından dışarı kum fışkırmış, inanılır gibi değil. Bildiğiniz deniz kumu… diğer binalarda yoktu öyle bir şey. Ticaret Odası binasında ben çocukken Saray Lokantası vardı, muhteşem yemekler yedim ben orada. Şimdi Denizbank var.
Fotoğrafta İskenderun’un sefaletini anlatmaya çalıştım. ilçedeki bütün bankalar kapalı. Mobil bankalar kurmuşlar. Mobil bankaların oldukları yere gidebilmek için ayağınızı ıslatmanız gerekiyor. Belediye, insanlar oraya rahat yürüsün diye herhangi bir girişimde bulunmamış. İskenderun 150 santim çöktü ya, artık kuvvetli fırtına olduğunda deniz caddeyi basıyor.
Tüm bankaların mobil şubeleri var, ancak hangisi, nerede sora sora bulmak gerekiyor. 6 Mart günü yarı zamanımı ona ayırdım. 2 saat filan da kuyrukta bekledim.
Deprem yaşamak büyük şanssızlık, ancak böyle bir yönetimin altında yaşamak daha büyük şanssızlık bence. 6 Mart günü baktımda, -ki o sırada deprem oldu Arsuz’da- bahsettiğim binalar üzerimize çökebilirdi. Bana dikkat et diyorsunuz ya, nasıl dikkat edeceğim? Notere gitmem gerekiyordu. Notere gitmek için de yıkıntıların arasından yürüdük işte. Arabamızı belki de çökebilecek binaların arasına park ettik. Ne yapacaktık ki?