Antakya’nın deprem hikayeleri
Milat’tan Sonra 13 Aralık 115 yılında Antakya’da büyük deprem olmuş. Yüzey dalgası büyüklük ölçeğine göre tahmini 7,5 Mercalli yoğunluk ölçeği büyüklüğündeydi. Antakya ve çevresi can ve mal kaybıyla harap oldu. Güneyinde bulunan bir liman çöktü.
115 Antakya depremi MS. 13 Aralık 115'te meydana geldi. Yüzey dalgası büyüklük ölçeğinde tahmini 7,5 büyüklüğünde ve Mercalli yoğunluk ölçeğinde tahmini maksimum XI (Aşırı) yoğunluğuna sahipti. Antakya ve çevresi büyük can ve mal kaybıyla harap oldu. Caesarea Maritima'daki limana ağır hasar veren yerel bir tsunamiyi tetikledi. Roma İmparatoru Trajan, halefi Hadrian gibi depreme yakalandı. Konsolos Marcus Pedo Vergilianus öldürülmesine rağmen, sadece hafif yaralarla kurtuldular ve daha sonra şehri yeniden inşa etmek için bir program başlattılar.
M.S. 115'te, Trajan'ın Partlar’a karşı savaşı sırasında oraya yaptığı yolculuk sırasında, tüm bölge büyük bir depremle sarsıldı. Manzara değişti ve imparator birkaç gün sirke sığınmak zorunda kaldı. O ve halefi şehri restore etti, ancak nüfus 400.000'in altına düşürüldü ve şehrin birçok bölümü terk edildi.
***
Antakya’nın kronolojik tarihini derledim.
M.Ö. 64 Roma İmparatoru Pompei Antakya’yı Roma’ya kattı.
M.Ö. 48 Sezar kente gelip bağımsızlığını verdi. Ve Caisarion Mabedi ile bir amfitiyatro, su kemeri, umumi hamam yaptırdı.
M.Ö. 31-14 Kentte dört yolda bir olimpiyatlar yapılmaya başlandı.
M.S. 30 sonrası Hristiyan misyonerlerin Antakya’ya gelişi ve dini buradan Roma İmparatorluğuna yaymaya başlamaları
M.S. 38 Hz. İsa’nın havarilerinden Barnabas Kudüs Cemaati tarafından Antakya’ya yollandı. Barnabas Aziz Paul’u Tarsus’tan alarak Antakya’ya getirdi.
M.S. 70-79 Yangın, depremler veba salgını
M.S. 81-96 İmparator Trojen ve Hristiyanlar üzerinde baskı
M.S. 115 Büyük deprem
***
Gelelim deprem hikayelerine...
Beyhan’ın hikayesi
Beyhan Gaziantep’te yaşayan bir arkadaşım, depremzede. İki kızı var, birisi doktor Antalya’da, diğeri Gaziantep’te ana okulu öğretmeni. Deprem olunca dışarı çıkıp, arabanın içinde yaşamışlar. Beyhan korkusundan ilaçlarını almak için bile zor girmiş kendi evine. Evinin tam karşısında özel bir hastane varmış. Ulu cami etrafında yaşayan Suriyeliler o hastanenin kafeteryasını ve tuvaletini adeta işgal etmişler. Beyhan diyor ki: “Tüm tuvaletler dolu, abdest alıyorlar, yav gidip, camide alsalar ya, neden bizim zorunlu ihtiyacımızı karşılamamızı engelliyorlar?”
Beyhan, binası çok güvenli olduğu -rahmetli eşi inşaat mühendisiydi, bizzat yaptı- halde evinde kalmama kararı alıp, diğer kızı, torunu ve damadıyla Antalya’ya gitti. Yol hikâyesi beni fevkalade duygulandırdığı için yazmak istedim. Gaziantep’ten saatler sonra Erdemli’ye vardılar.
***
Canım Ayşecim ve eşini deprem aldı benden…
Sadece 30 saniyede…
Ayşe’nin ve Abdullah Bey’in kaybı, bir kader olayı veya şanssızlık değildir. Neden öyle olduğunu anlatmaya çalışayım: Ayşe’nin dairesi kocaman 4 yatak odalı, 50 metrekare salonlu bir daire. Bir katta, aynı büyüklükte iki daire var. Anlayacağınız çok geniş bir inşaat alanına sahip. Apartman aynı zamanda kod farkı nedeniyle bir tarafıyla 9 kat, diğer tarafıyla 6 kat. Ayşe, Asi Nehrine bakan, 9 katlı tarafında oturuyor. En alt bodrumda düğün salonu var. 30 senelik salonda adam bütün kolonları kesmiş. Diğer, 6 kat tarafında ise zemin katta büyük bir dükkan var, o kolonları tamamen kesmemiş, traşlamış.
Deprem olduğundan Ayşe ve Abdullah Bey ev kapılarından dışarı çıkmışlar, ancak binayı terk edemeden, sadece 30 saniye ile depreme yakalanmışlar. Ayşeler, birinci katta oturmasına ve dış kapıya oldukça yakın olmasına rağmen, kolonların kesilmesi nedeniyle Asi’ye doğru kaykılan binadan çıkamamışlar.
Esra, anne-babasını ararken, 5 kişi ve iki köpeğin hayata dönmesine neden oldu. O binada kalan herkes, 6 kat tarafındakiler istisnasız sağ çıktı. Çünkü orada kolonlar kesilmemişti. Esra, anne ve babasını çok zor buldu, bina o kadar sağlamdı ki betonu kıramadılar. Demek istediğim, düğün salonunun kolonları kesmiş olması, bu değerli insanları bizden aldı.
Şimdi bunun ismi Doğruyol ailesinin kaderi veya şanssızlığı mı? Değil! Bu bildiğiniz cinayet, hem de kasıtlı olarak tasarlanmış bir katliam.
Düğün salonuna belediye ruhsat verir. Adı üzerinde düğün salonu, yüz kişi veya daha fazlası gelecek, yüksek tonda müzik çalınacak, insanlar zıplayacak dans edecek filan. Sağlamlık kontrol edilmez mi? Havalandırma, tuvalet ve aklıma gelmeyen dolu şartın sağlanması gerekmez mi? Peki, belediye bu salona 30 senedir nasıl ruhsat verdi? Ben yazayım, düğün sahibi, belediyeye gitti, evraklarının arasına günün hükmüne göre bir kaç yüz lira sıkıştırdı, belediye görevlisi düğün salonuna bile gelmeden ruhsatı aldı ve salonunu işletmeye başladı.
Düğün salonu işletme ruhsatını rüşvetle aldı. Belediye asla gelip, kolonlara filan bakmadı.