GÜL HAZİN
Türk Sanat müziğinin bir döneme damga vurmuş çok değerli bestekârları vardır. Hayat hikayelerini incelediğimde çok ilginç bilgilere ulaştım. Zekai Dede, Hacı Arif Bey, Şevki Bey, Rahmi Bey, Tamburi Cemil ve Udi Nevres gibi değerler, aynı dönemde yaşamış bestekarlar. Bu değerli bestekarlar kimisi uzun bir yaşam sürmüş, kimisi ise daha 30’lu yaşlarda, yani ömrünün baharında hayattan kopmuşlar. Ancak bu kısa ömür içinde de birçok güzel eserlere imza koymuşlar. Bu güzel insanlardan Zekai Dede Efendi 1824 yılında Eyüp Sultan da dünyaya gelir.
Cedid Ali Paşa camii imamı olan Zekai dedenin babası, aynı zamanda bir hat ustası Süleyman efendidir. Zekai efendinin hat sanatına ve bestekarlığa olan meyli, babası tarafından dikkate alındığından, sesinin de güzel olmasından, Hamam-ı zade İsmail Dede Efendi’nin konağına götürülüp tanıştırılması ile kendisine, Türk Sanat Müziğinde, yeni bir pencere açılmış olur. Zekai Efendi Mısıra gitmeden önce bir seneye yakın İsmail Dede efendiden ders alır. Mısır dönüşü 1868 yılında Yeni Kapı Mevlevi dergahına girer.
Daha sonra Eyüp Mevlevi Hanesi tarafından DEDE unvanı teklif edilince, Zekai DEDE Efendi olarak anılır. Birçok bilinen bestekarları da yetiştiren Zekai Dede Efendi’nin önemli talebeleri arasında Şevki Bey, Rahmi Bey, Tamburi Cemil, Udi Nevres Bey gibi önemli bestekarlar vardır.
Bu dönem bestekarlar İstanbul’da, genelde cumadan sonra Hamam-ı zade İsmail Dede Efendi’nin Beykoz’daki konağında toplanıp, meşk yaptıkları bilinir. Bu meşk toplantılarına katılan en önemli bestekar ise Hacı Arif beydir. Hacı Arif Bey bütün zamanların önemli bestekarı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Yüzlerce bestenin sahibi, Kürdili Hicazkar makamını ve Müsemmen usulünü Türk Sanat Müziğine kazandıran bestekardır.
İlginç bir hayat hikayesi olan ve Saraydan Cariyelerle üç defa evlenen ayrıcalıklı bir bestekardır, Hacı Arif Bey. Rahmi bey ise aynı dönemin İstanbul da yaşamış önemli bestekarlarından biridir. Bir bestesinin hikayesini sizlerle paylaşmak isterim, Rahmi beyin. Bir düğüne davet edilir, diğer bestekarlarla beraber. Davete gitmek mecburiyetinde olan Rahmi Bey, O tarihte Dar-ül Elhan (Konservatuvar) kapanınca, işsiz kalan Rahmi beyin cebinde parası yoktur. Düğünde bir hediye verilmesi adettendir. Bir kağıt parçasının üzerine bir güfte yazıp hemen notaya döker. Halim Paşa köşkündeki düğüne gittiklerinde, Damadın eline bu besteyi hediye olarak verir. ‘Ey Mutrîb-ı Zevk Aşina, Bir Şarkı Yaptım Ben Sana, Reftârı tarzı nev eda, Çal Söyle Eylen Daima ‘.
Rahmi beyin 1924 senesinde vefatı ile bu dönemin sona erdiği kabul edilir. Bu dönemin bestekarları, Zeka-i dede hariç, genç yaşta vefat ederler. Hele bu değerli bestekarların içinde, birde 1860 da dünyaya gelen Şevki Bey vardır. 1891 senesinde vefatına bütün bestekârlar çok üzülür. Sadece 31 yaşında ve en verimli çağında yaşamdan kopan Şevki Bey, kendisini tanıyan bütün bestekârları derin bir üzüntüye sürüklemiştir. Gümrükçü Rahmi beyin evinde bir kalp krizi sonucunda hayata gözünü yuman Şevki Beyin vefatına sadece dostları değil bütün İstanbul üzülmüştür. İstanbul’da yayınlanan gazeteler ‘Hanende-i Şehir Şevki Bey Cumartesi gecesi,Beylerbeyinde Gümrükçü Rahmi beyin hanesinde kalp sektesinden öldü. Musikide üstad, fakat mest-ü müdam idi.’ diye Şevki beyin vefatını duyurmuşlar.
Şevki bey güftelerini şarkı formunda derleyip yayınlamak arzusunda idi. Bu derlemeleri Yadigar-ı Şevki veya Mahsul-i Tabiat adı altında yayınlamak istemiş. Ancak ömrü bunu gerçekleştirmeye yetmemiş. Vefatından sonra onu seven dostları bunu bir hedef olarak ele almışlar.
Devrin Şairlerinden REŞAT Paşa, Şevki Bey için şu mısrayı kaleme alır: Hemdem idi gülşeninde bülbülün, Gitti Şevk-i neş’esi kaçtı dilin’. Bestekarın bir başka seveni, Santurî Edhem Efendi de hissiyatını şu cümlelerle dile getirmiş: ‘Gitti Elden Şevk’im artık neyleyim, Nerde bir yar-ı vefâdar peyleyim, Ömrüm oldukça bütün gün ağlayım’.
Şevki beyin vefatına çok üzülen Rahmi Bey, kaleme aldığı güfteyi, yine kendisi bayati makamda bestelemiştir. Rahmi bey, bu eserde üzüntüsünü nasıl dile getirdiğini görmekteyiz. Bir dostun bir dostunu bakın nasıl duygulu anmış olduğunu aktarmak isterim:
‘Gül Hazin Sümbül Perişan Lâlezârın ŞEVKİ Yok, Derd nâk Olmuş Hezârın Nağmekârın Şevki yok, başka bir hâletle çağlar cûy-i bârın Şevki yok. ‘
Ülkemin çok değerli ailelerinin erkek evlatları, zamanı geldiğinde vatani görevlerini, kalplerindeki vatan aşkı ile seve seve yaparlar. Sınır boylarında dahili ve harici düşmanlardan ülkemizi korumak amacıyla görev yaparlar. Cumhuriyetimizin 100 senesinin son günlerinde sınır boyunda 12 evladımızı, hayatlarının baharında, şehit verdik.
Alçakça ülkemize yapılan bu saldırıyı ülke için önemini anlamayan yönetim, Suudi Kralının ölümüne ülkemde yas ilan etmiş olması, bu evlatlarımızın şehit düşmesine bigane kalan yönetim keşki, bir dostun bir dostunun vefatına bestelediği hissiyatı dinlemiş olsalardı, ‘Gül Hazin Sümbül Perişan, Lalezarın Şevki Yok, Derd nâk Olmuş Hezârın Nağmekârın Şevki yok,’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.