TÜRKİYE’DE KADINLARA MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASININ 90. YILDÖNÜMÜ
Bugün, dahi önder Atatürk’ün, Türk kadınlarına armağan ettiği, Cumhuriyet Devrimleri’nin en önemlilerinden birinin; 90 yıl önce hayata geçirilmesinin yıldönümünü kutluyoruz.
5 Aralık, Türkiye'de kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınmasının yıl dönümü ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından büyük bir öneme sahip. Bu tarih, Türk kadınının siyasi hayata katılımı açısından bir dönüm noktası.
1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile 1930 yılında kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı, 1933 yılında muhtar seçme ve seçilme hakkı tanınmıştı.
Atatürk ve kurucu meclis, 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların oy kullanmasına ve milletvekili adayı olabilmesine izin veren yasayı onayladı. Şu anda çağdaş ülkeler olarak kabul ettiğimiz Fransa’da kadınlar; bizden 10 yıl sonra, 1944 de, İsviçre ise tam 37 yıl sonra; 1971 de bu haklara kavuşabildiler.
Halkımızın hala seçmeyi bilip bilmediğini sorguladığımız bu günlerde, 5 Aralık, sadece bir yıl dönümü değil, aynı zamanda kadın hakları ve eşit temsil konusunda farkındalığı artırmak için bir işaret fişeği.
Bu tarih, kadın haklarının geçmişten günümüze uzanan mücadelesini hatırlamak ve derhal daha adil bir toplum için çalışmaların sürdürülmesi gerektiğini fark etmek için önemli bir gün. Günümüzde kadınların siyasetteki temsiliyetinin artırılması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hâlâ önemli bir gündem maddesi.
Bu hakla, kadınların kamusal alanda daha görünür olmasını ve toplumsal karar mekanizmalarına katılımını sağlamak amaçlanmış ancak uygulamada Türk kadını canını kurtarma, dayak yememe, öldürülmeme, toplumsal baskıyla aşağılanmama, yargılanmama gibi çağdaş bir ülkede kimsenin aklına gelmeyecek akıl dışı tehlikelerle boğuşmaktalar.
Büyük önder: “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” der. Toplumun yarısını oluşturan kadınların katılamadığı bir ülke idaresi elbette topal kalıyor. Uygulamaya baktığımızda bu garabet rejimin başarısızlığında kadının yokluğunun büyük payı olduğu gün gibi aşikar.
Atatürk aldığı kararlar ve uygulamalarla, kadınların toplumsal hayata katılımının bir lütuf değil, bir zorunluluk olduğunun önemini defalarca kanıtlamış. Atatürk’e göre, kadınların eğitimi, iş hayatı ve siyasetteki varlığı, bir ülkenin kalkınmasında temel ve asla vazgeçilmeyecek bir unsur. Kadınların dışlanması, bir bacağın eksik kalması gibi, ilerlemeyi yavaşlatıyor ve dengesiz bir yapı oluşturuyor.
Atatürk, kadınların sadece birey olarak haklarına değil, toplumsal hayatta etkin roller üstlenmelerinin de gerekliliğine inanıyordu. Kadınların siyasi ve sosyal hakları olmadan demokrasinin ve eşitliğin tam anlamıyla gerçekleşemeyeceğini biliyor ve herkese bunu içselleştirmeleri için çağrıda bulunuyordu. Nitekim 1935 yılında yapılan seçimlerde kadınlar ilk kez Meclis'e girdi ve 18 kadın milletvekili seçildi. O dönemde mecliste 400 milletvekili vardı. Türkiye o günlerde, parlamentodaki kadın sayısı oranıyla dünyada ikinci sırada yer alma başarısını yakaladı. Bu durum, kadınların temsil gücünü artırarak diğer hak mücadelelerine de zemin hazırladı.
Türkiye’nin bu adımı, dünya genelinde kadın haklarının tanınması yolunda önemli bir örnek teşkil etti. Kadınların sosyal, ekonomik ve politik hayatta var olmalarının temelleri atıldı.
Geldiğimiz noktada Türkiye’de 18 bakanlı kabinede sadece bir kadın bakan var ve o da ne yazık ki kadın ve aile sorunlarında son derece yetersiz kalıyor.
Türkiye'de kadınların siyasetteki temsili, yasal hakların tanınmasına rağmen istenilen seviyede değil. 2023 yılı seçimlerinde 600 milletvekilinin sadece 121’i kadın. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kadın milletvekili oranı % 20, yani her 5 erkeğe karşı sadece 1 kadın milletvekilimiz var. Bunların ciddi bir bölümü de ne yazık ki özgür kararlar alabilme konforundan uzaklar. Bu oran, dünya ortalamasının elbette çok altında.
Hala, geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların siyasi hayata katılımını zorlaştırıyor. Üstelik AKP zihniyetinin hüküm kurduğu son 22 yılda bu düşünce biçimi ne yazık ki, tüm toplum katmanlarına yıllar içinde sızıp çöreklendi.
Ailevi sorumluluklar, kariyer baskıları ve siyasi partilerde erkek egemen yapı, kadınların ilerlemesini sınırlıyor.
Kadınların siyasi partilerde karar alma mekanizmalarına erişimi son derece sınırlı kalıyor. "Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen" mantığını savunan ve emekten yana bir parti olduğunu söyleyen CHP’de bile parti yönetiminde ve üst düzey pozisyonlarda çok az kadın var.
Kadınları en az 3 çocuk yapmaya özendiren, hatta zorlayan ve çocuklarını kreşlere dahi göndermeyi engelleyen AKP zihniyeti sebebiyle, kadınlar eve mahkum edilmek isteniyor. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarının sınırlı olması, siyasete atılmalarını zorlaştırıyor. Siyasi kampanyalar ve seçim süreçleri maddi kaynak gerektirdiği için kadınlar bu alanda dezavantajlı.
Kadınlar, seçme ve seçilme haklarına sahip olsalar da, bu hakları tam anlamıyla ve gerektiği gibi kullanabilmeleri için toplumsal, ekonomik ve siyasi yapının daha eşitlikçi hale gelmesi gerekiyor. Yasal hakların yanı sıra, kadınların siyasal katılımını destekleyen politikaların ve toplumsal farkındalığın artırılması büyük önem taşıyor elbette.
Son söz: Hak verilmez, alınır ve çağdaş, Atatürkçü cumhuriyet kadını da haklarını sonuna kadar alacaktır.