Bilmek, Anlamak ve Özgürleşmek…
21.yüzyıl, bilim ve teknolojinin çağı olarak anılıyor; ancak beraberinde tonlarca sorunu da büyüterek ilerliyor. Üstelik bu sorunlar yalnızca bu dönemin ürünü değil. Yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesinden bugüne taşınan, bir potada birleşip çağımızı etkisi altına alan gerilimler bunlar.
Zamanında çözülemeyen her sorun, kendi köprülerini kurar ve gelecekte yeniden karşımıza çıkar. Böylece insan zihni ve bilinci, tarihin harlanmış yüklerini taşımak zorunda kaldıkça sersemlemekte. Kısacası zihnimiz, algılarımız, duygularımız ve hislerimiz tüm zamanların duvarlarına, tuzaklarına, dikenli etkilerine maruz kalıyor.
Ne var ki bilim, teknoloji, biyomühendislik, sosyal medya, tüketimcilik ve bireyselciliğin yoğunlaştığı bu çağda; yeni otoriterlik biçimleri, farklı iktidar yöntemleri, görünmez baskı araçları ve maskelenmiş sömürü çarkları geleceğimizi sessizce kuşatıyor.
Harari’nin de işaret ettiği üzere, bizler hayatla ilgisi olmayan gündemlerle, çok çalışmakla, bireysel bakımla ve çocuklarımızın istikbaliyle meşgul edilirken, geleceğimiz başkaları tarafından karara bağlanıyor.
Peki, dünyaya son birkaç yüzyılda şekil veren elitler, seçkinler ve hâkim denklemler; tüm insanlığın geçmişini ve geleceğini açıklama iddiasındaki büyük formüller, hayranlık uyandıran anlatılar, öykülerini-dayanaklarını ve mitlerini gerçekten yaşam için üreten, ekosisteme uyumlu uygarlıklardan mı alıyor? Yoksa yalnızca bir grubun veya zümrenin düzenlerini meşrulaştıran bir masal mı uyduruyorlar?
Birçok şeye inandırıldık ve tezahüratı en önemli hedefimiz hâline getirdik. Her birimiz üstün bir ırka, en yüce fikre veya kutsal bir kimliğe sahip olduğumuza ikna edildik. Sonra ekonomik büyüme ile toplumsal ve politik sihirle barışın, güvenli yaşamın, adaletin ve eşitliğin sağlam temellere oturtacağı vaat edildi. Bu doğrultuda kitleler şekillenirken, dünyada olup bitenlerden bihaber ve ilgisiz kaldık.
Tüm bunların sonuçlarının yakıcılığına uzak kaldık: Büyüdüğümüzde işsiz kalacağımızı bilemedik; ucuz bir güç olacağımızı, esnek ve keyfi çalışmaya mecbur edileceğimizi ve emeğimizin, bedenimizin, duygularımızın istismar edileceğini sıra dışı bir kötümserlik senaryosu diyerek, ciddiye almadık.
İşte asıl soru burada: İnsanlar, her çağın tutuculuğunu ve güce körü körüne tapınmayı bırakıp, kendileri için düşünmeyi ve yüreklerinin sesini dinlemeyi nasıl öğrenecekler? Artık açıkça görülüyor ki her şey yolunda değil; aşılması gereken engeller var.
Aslında tarihsel bilgilere veya bazı araştırmalara ulaştığımızda, pozitif deneyimlerle ilişki kurma potansiyelimiz güçleniyor. İnsanlar, milyonlarca yıl boyunca kurumlar, yazılı yasalar, dinler, ulus devletler veya gelişmeci ekonomik modeller olmadan da yaşayabildiler. Özgürlük ve eşitliğin bu denli tehdit edildiğini ve bu dönemlerde mutsuzluğun baskın olduğunu iddia etmek mümkün değil. Oysa çağımızda, mutlulukla bağı kalmamış milyonlarca insan var.
Toplum ve egemen sistem, kendine araç yaptığı tüm dogmatik doğruları desteklemeyi görevimiz olarak önümüze koyuyor. Durmadan, zayıf olduğumuzu, hiçbir şeyi yapamayacağımızı düşünmemiz isteniyor. İnsanlarla kendi yaşamımız adına yapabileceklerimiz, farklı toplumsal gruplarla bir araya gelişimiz bir biçimde pasifize ediliyor ve yalıtılıyor.
Oysa Abraham Lincoln’ün dediği gibi: “Tüm insanları bir süre kandırabilirsiniz, bir takım insanları sürekli kandırabilirsiniz, ama tüm insanlara sürekli kandıramazsınız.”
Bu prensip, tüm yozlaşma, iktidar, oligarşi, eşitsizlik ve kapitalist egemenliğe karşı umudu, ümidi, kolektivizmi ve üretim ilişkilerini yeniden canlandırmamızı mümkün kılıyor.
Birbirimize muazzam etkiler bırakmak için diğer insanların duygularını okumalıyız.
Johann Hari haklıydı: “Empati ilerlemeyi mümkün kılıyor; insan empatisi genişledikçe evren de biraz daha açılıyor…”
Sevinçte, neşede, umutta, hüzünde ve acıda buluşanlarla adalet köklenir; hak ve hukuk hâkim olur ve barış içinde özgür bir yaşam filizlenir.
Yararlanılan Kaynaklar ve alıntılamalar:
21. Yüzyıl için 21 Ders – Y.N. Harari
Çalınan Dikkat – Johann Hari
İktidarı Anlamak – Naom Chomsky
