Kendimize Uyanmak…

YAYINLAMA: 29 Temmuz 2025 / 00.00 | GÜNCELLEME: 28 Temmuz 2025 / 17.20

Hayat, herkese aynı şekilde gelmez ve hiçbir zaman geldiği biçimiyle kalmaz. Eğer onu kendi doğallığıyla tutamazsak, ilk fırsatta postalını alıp yoluna devam eder. Yaşamın akışı yavaşlatılamaz; egoya, hırsa, bencilliğe boyun eğmez. Hayat, sessizce uyarır; bağırıp çağırmaz. Hayatı sevinçle karşılamayan, sevinçle de devam edemez.

Bizden milyarlarca yıl önce kurulmuş devasa bir dünya var. Bizse onun içindeki bir tozun hücresi bile değilken, nasıl olur da ona hükmetmeyi düşleyebiliyoruz? İlk büyük kusurumuz, yaşam üzerinde iktidar kurma oyununa dâhil olma değil mi? Oysa bu dünyada yapılan her yanlış, bir şekilde karşısında doğrunun gücünü bulur.

Her yanlış zamanla çürür; ama sahneyi terk etmeden önce birilerine mutlaka zarar verir. Ve her yanlış, kendi felaketini de içinde taşır. Yanlışla iç içe geçmiş olmak, bir anlamda kendi yıkımını büyütmektir.

Anonim ve otomatikleşmiş yanlışların etkin olması, mutsuzluk virüsünü yayıyor. Onun için son yüz yılda çok yorgunuz. Sanki her yandan tekmeler yemiş gibiyiz. Belleğimiz yorgun, gözlerimiz içeri çekilmiş. Güneşe ve göğe uzak, yüzükoyun uyuyor gibiyiz. Duygularımıza sinen uykusuzluk geçmek bilmiyor. Oysa kaç bahar, kaç kış ve kaç uğultu geçip gitti üzerimizden.

İnsan, gökyüzüyle ve açık güzelliklerle arasına hep duvarlar örmeyi öğrendi. Kurguladığımız dünyayı gerçek sanıyoruz, montaj adaleti en yüksek hukuk gibi yüceltiyoruz. Kes-kopyala anlayışını tarafsızlık zannediyoruz. İşimize gelen adaleti eşitlik gibi görüyoruz.

Oysa yaşamı anlamak için, bedenimizdeki her organın kusursuz işlemesi gibi, zihnimizin ve ruhumuzun da ahenk içinde olması gerekir. Yaşam harikadır, ama aynı zamanda karmaşıktır. Onun gizemlerini tam anlamıyla çözen oldu mu? Freud mu? Anne Conway mi? Marx mı? Goethe mi? Ya da Platon?

Hangi bilge ya da düşünür, bizim geçtiğimiz sınavlardan geçmedi ki? Hangisi, iyiliği ayakta tutmak için mücadele etmedi ki?

İyileşmedikçe, ruhsal ve zihinsel sağlığımıza kavuşmadıkça bu dünyaya nasıl faydamız olabilir? İrademiz, ezildikçe sorumluluk üstlenmiyor ve bireyselliğe boyun eğiyor.

Bireysellik, salgın varken çayını yudumlayıp, kötülüğün geçmesini beklemektir. Gerçek tedaviye yanıt vermemektir. Oysa tarik der ki; sadece kendi gemisini kurtarmaya çalışan, kendini de kurtaramaz. Çünkü bireyle toplum tutarlı, doğasal bir bütünlük oluşturur.

Mesela, güzelliği, eşitsizliği, yıldızların parıltısını diller ve kitaplar anlatır. Ama kişisel derde düşenler, bunları hissedemez. Bireysellik hapishanedir.

Körleşmiş, sağırlaşmış, çürümüş bir dünyanın ortasında mı kaldık? Yoksa yönünü yitirmiş bir gemici gibi dalgalara mı sabitlendik? Bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey: Şu sıralar kafamızın içinde küt küt atan, morarmış duygularla ve katı düşüncelerle baş başa oluşumuz.

Artık kendimize gelmenin zamanı geldi.

Uyanmak, sesimizi bulmak ve kendimize kurduğumuz tuzaklardan kurtulmak, ağrılarımızı hafifletebilir.

Zihnimize ve içimize bağlanan ezberler hasta ediyor bizi. Kendimize dönmeye başlamalıyız.

Çünkü hiçbirimizin önünde sonsuz zaman yok.

Kesintisiz uyuma arzusunu, yılgınlığı ve umursamazlığı geride bırakmalıyız.

Hüzünle oyalanmak, acıyı konuşup durmak bizi iyileştirmiyor.

“Hastalığımızın” asıl nedeni, hakikatle yüzleşmekten kaçıp kafamızda kurguladıklarımız olabilir.

Sorunları dışarıda aramak yetmiyor. Belki de içeriye bakma zamanı gelmiştir.

Dünyaya bir çocuk gözüyle bakmalıyız: Samimiyetle, barışçıl, ayrım gözetmeden, sevgi ve iyimserlikle...

Ve unutmamalıyız: Yaşamın ışığını göreceğimiz ilk kapı, kendimiziz.

 

 

Yararlanılan kaynak ve alıntılamalar:

Burgess, A. -  Otomatik Portakal

Schmitt, É. - Öldürmeyeceksin

 Fromm, E. - Özgürlükten Kaçış

Kendimize Uyanmak…
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *