1990’lı yıllar, Türkiye’de sosyal, siyasi, ekonomik ve toplumsal anlamda birçok değişikliğin söz konusu olduğu, her şeyin 2000’lere doğru gidilirken giderek farklılaştığı, zor bir tarihsel süreç olarak düşünülebilir. Bir yandan birçok toplumsal sorun ile boğuşan, fiğe yandan ekonomik kriz ve askeri müdahaleler ile yüzleşen Türkiye, oldukça karanlık ve sancılı bir süreçten geçer. Öyle ki 90’lı yılların karanlığının uzun bir süre devam ettiği de ifade edilebilir.
90’lı yıllarla ilgili en karanlık meselelerden birisi de faili meçhul cinayetler ve bu cinayetlerin toplumda meydana getirdiği infialler olarak görülebilir. Öyle ki birçok aydının, yazar ve gazetecinin hedef alındığı bu süreç boyunca işler giderek çığırından çıkmış; derin devlet, örgüt ve silahlı yapılanmalar üzerine farklı tezler ileri sürülmüştür. Toplumu derinden etkileyen bu olaylar daha sonraki süreçte edebiyatta, sinema ve gazetelerde de sıkça işlenmiş, geleceğe devreden bir konu olarak ön plana çıkmıştır.
Murathan Mungan’ın yeni romanı 995 km de 1990’lı yılların karanlığına odaklanan, bir toplumun nasıl her yerinden kanadığını, türlü zorlu mücadele ile yüzleşmek zorunda olduğunu, kendi özgürlüğü için savaşmakla yükümlü olduğunu gösteren bir eser. Ana planında bir siyasi cinayetin yer aldığı, ancak isimsiz, zamansız ve mekansız bir şekilde de okunabilecek bu roman, bir yandan geçmiş ile bugünü birbirine bağlarken öte yandan Türkiye’nin yakın dönem tarihine dair de bir kayıt düşüyor.
995 km, kara bir yolculuk hikayesi olarak görülebilir. Roman, bir katilin hedefine doğru yaptığı yolculuğu, bu yolculuk sırasında tanık olduğu olayları, suikast planını, gizli görüşmelerini ve bu süreçte neler düşündüğünü merkezine alır. Oldukça soğukkanlı bir karakter olarak ön plana çıkan katil, işleyeceği, işlemek üzere olduğu cinayeti hiç sorgulamaz. Kendisine, bir parçası olduğu örgüye ve yapılanmaya o derece derin bir bağ ile bağlıdır ki bu yolda her şey onun için bir amacın gerçekleşme ihtimali üzerine kuruludur. Bu ihtimali gerçekleştirecek de kendisidir. Bu misyonu tamamlamak, onun ve hayatının kilitlendiği esas nokta olur.
995 km boyunca okur bir katilin peşinden giderken ona, içerisinde bulunduğu örgüt ve yapılanmalara dair çok şey öğrenir. Öyle ki romanda yaşananlar/işlenenler üzerinden 90’lı yıllar Türkiyesi’ne dair de birçok izlek, mesele ve konu da çıkarılabilir; ancak tam da burada bir kırılma yaşanır. Roman, katilin peşinden onca yol giderken onun ve çevresindekilerin düşüncelerini açıkça ortaya koymakla birlikte bu süreçte ne hissedildiğini, nasıl bir duygu dünyası ile hareket edildiğini göstermez. Burada vurgulanan da bir yanıyla budur. Ortada ruhsuz, ruhu çekilmiş, ruhunu kaybetmiş bir katil portresi vardır. O düşünür, plan yapar ve bu planı uygular ama hiçbir zaman hissetmez; çünkü hisseden insan böyle bir zulme ortak olmaz. Romanın kırıldığı ve her şeyi büyük bir farkındalıkla ortaya koyduğu nokta budur. Katil, düşünen, plan yapandır; hisseden, yaşayan ve yaşadıklarından/yaşattıklarından zevk alan değil.
Murathan Mungan, bir katilin gözünden 90’lar Türkiye'sine dair geniş/derin bir panorama geliştirirken dönemin ruhuna uygun bir yapı ve anlatı formunun da peşinden gider. Bir polisiye anlatı gibi, her şey bir parçası olduğu bağ, yapılanma ve izlek ile gündeme getirilir. Ortada bir katil, bir de maktul vardır. Cinayet, neden-sonuç olgusu ile birlikte, bir katilin peşinden koşturularak gözler önüne serilir. Ancak tüm bunları yaparken Mungan, sadece bir cinayeti işlemekle kalmaz, onu birtakım toplumsal normlar, sorunsallar ve siyasi olguyla beraber işler. 90’lı yılların karanlığı, derin devlet ve örgütler, hikâyenin arka planında alabildiğine deşilir. Bir yandan dönemin siyasi haritası çıkarılırken diğer yandan toplumun nasıl bir baskı ile yüzleşmek zorunda kaldığı da işaret edilir.
Romanın hemen her bölümünün türlü gönderme ve alt hikâye ile örüldüğü söylenebilir. Söz gelimi “Otel Lobisi” de “Hoca Kapısı” da “Umut’un Evindeki Gece” de “Rojda’nın Dosyasındakiler” de kendi içerisinde başka hikâyelere gebe bölümlerdir. Roman boyunca doğrudan hiçbir cinayet ve olayı merkezine almayan Mungan, bunu kimi gönderme ve sembollerle okura
aktarmaya özen gösterir. Nitekim ne Musa Anter, ne de doğrudan bu cinayet romanın konusu değildir. Mungan bir kaynak olarak Anter cinayetinden yola çıkmakla beraber hikâyeyi daha evrensel bir yapıya kavuşturmak için mücadele eder. Dolayısıyla roman boyunca isimsiz olarak geçen onca karakter, bu çok yönlülük düşüncesinin, bu evrenselleştirmenin, bu genişletmenin bir uzantısıdır. Bütün bir romanı Musa Anter cinayetini düşünerek okumak da mümkündür Tahir Elçi cinayetini düşünerek okumak da. Mungan, romanın bu çok katmanlı yapısında acımasız bir cinayeti sabit kılmakla beraber kişileri soyutlaştırır. Duygular alabildiğine somutken düşünceler değişken, isim, zaman ve mekân oynaktır. Bu da 995 km’i özel ve çok katmanlı yapan en temel olgudur.
Bütün bir romanı kendi içinde bir “siyasi polisiye” olarak görmek mümkündür. Murathan Mungan da romanı bu düşünce ile kaleme alırken kendi düşüncesini gerçekleştirmek için nasıl bir yol takip ettiğini şu sözlerle ifade eder: “Daha işin başında romanın siyasi polisiye olmasını kararlaştırdım. Bölgeye, döneme ait referans bilgilerin tümü gerçek, onlarda hiçbir kurmaca unsuruna yer vermedim. Bazı reel kişilerden yola çıktım ama onları kurmaca kişilere dönüştürdüm, izlerini tamamen silmedim gene de, gölgeleri vursun istedim. Bazı durumları değiştirdim. Bir kurmaca yazarının dönem anlatırken zaten yapması gereken şeylerden söz ediyorum. Romanın kahramanı olan isimsiz kişi, Hoca, Eğitmen gibi bazı karakterlerse tamamen hayal ürünü. Ama her hayal ürünü gibi olası gerçekliği temsil ediyorlar.” (Cansu Çamlıbel, 2023, t24) Dolayısıyla bu keskin karar, bir polisiye roman olarak 995 km’nin aynı zamanda siyasal bir zemin üzerine yükseldiğini de ortaya koyar.
995 km, bir noktada korkunun hâkim olduğu bir romandır; korkunun romanıdır Öyle ki bu korku salt bireysel bir duygu değil, toplumun ve okurun geneline yayılmış da bir duygulanımdır. Karanlık bir dönemde kaleme alınan, karanlık bir döneme atıf yapan bir roman söz konusudur. Musa Anter ile birlikte Ali Gaffar Okkan, Konca Kuriş, İzzettin Yıldırım gibi birçok isim, bu karanlık, korku dolu yıllarda katledilmiş, arkalarında türlü hesaplaşma bırakmıştır. Mungan, bir yandan kendisinin de tanıklık ettiği bu zorlu yılları metninde işlerken diğer yandan toplumsal olarak bu korku dolu süreçle yüzleşilmesi gerektiğini de ortaya koyar. O, bu noktada bir adım atar ve kendi korkusunu somutlaştırır, derinlemesine inceler. Bundan sonrası için gereken ise bütün bir toplumun bu gibi türlü cinayetle, faili meçhul ile, kimi karanlık onca olayla yüzleşmesi, bir hesaplaşmanın içerisine girmesidir.
Murathan Mungan’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni romanı 995 km, bir katilin peşinden giden, Türkiye’nin 1990’lı yıllarda içerisinden geçtiği karanlığı merkezine alan bir eser. Türkiye’deki siyasi cinayetlere, suikastlara, derin devlete, örgüt yapılanmalarına dair birçok alt metni içerisinde barındıran eser, aynı zamanda bir dönem romanı olarak da ön plana çıkar