Suriye neden bu hale geldi?
Ortadoğu haritasını açıp şöyle bir göz gezdirirseniz, İran’ı bir kenara bırakın, en güneydeki Yemen’i de düşünmeyin, Amerika ile ilişkileri iyi olmayan bir tek Suriye var.
Suriye’nin asıl özelliği ise Amerika’nın can düşmanı, diplomatik ilişkilerinin bile bulunmadığı İran’la derin dostluk içinde olması, aralarında savunma ve ekonomik işbirliği antlaşmaları bulunması. Buna bir de bütün silahlarını temin ettiği, askeri üs verdiği stratejik müttefiki Rusya’yı eklerseniz Suriye’nin ne kadar önemli olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Amerika’nın derdi artık ekonomik değil, yani petrol peşinden koşmuyor. Koşullar çok değişti. ABD ham petrol ve doğaz gazda kendi kendine yeterli bir ülke olmak yolunda. Kaya gazının bulunması ve ‘fracking’ tekniğinin uygulanması ile üretim neredeyse 8 misli arttı.
ABD, iki sene sonra 2015’te Almanya’ya doğal gaz ihraç etmek için çalışmalar yapıyor. 2017’de dünyanın en büyük petrol üreticisi oluyor ve Suudiler’i geçiyor. 2020’den sonra da , en geç 2030’da ham petrol ihracatçısı oluyor. (*)
Madem petrole ihtiyaç kalmadı, o halde dertleri nedir? Yanıt çok kolay: İsrail’in güvenliği… Amerikan politikasında bu konuya özen göstermeyen başarılı olamaz!
Amerika’nın derdi öyle bir dert ki dünya döndükçe sürecek, asla çözümü de olmayacak!
Peki, bizim derdimiz nedir?
‘Osmanlıcılık’ oynamak bana pek inandırıcı gelmiyor. Amerika’nın taşeronluğunu üstlenmek, bu olabilir! Ama neyin karşılığında?
Suriye’ye girelim, Şam’a varalım, Esad’ı gönderelim, sonra oturur konuşuruz! Böyle bir varsayıma kargalar bile güler! Suriye kendini savunabilecek modern ve güçlü silahlara sahip. Arkasında İran ve Rusya var. Hem sonra, hangi Arap ülkesine gireceksiniz de, oturup kalacaksınız veya orada demokratik bir yönetim oluşturacaksınız! Belki bunu Avrupa’nın göbeğinde bile yapabilirsiniz de, Ortadoğu’da asla!..
Dün yayınladığım söyleşide, Suriyeli entelektüel komşumuza, “Bizim Başbakanımız sizin Esad’la kardeş gibiydi, ne oldu böyle, neden oldu?” diye sorunca hemen iki elinin parmaklarını birbirinin içine geçirip, “Ne kardeşi, daha da ileri, neredeyse ikisi bir adamdı… Bir gece de nasıl böyle oldu, Erdoğan döndü, Suriye’de kimse anlayamadı. Acaba dedik, Obama size AB üyeliği sözü mü verdi?”
Buna da ben itiraz ettim! AK Parti’nin AB ile bir sorunu yok, karşılıklı birbirimizi iade ediyoruz, iki tarafta hiç ciddi değil, dedim.
Dün Hürriyet gazetesinde, Suriye izlenimlerini okuduğum Serdar Akinan’ın yazdıkları benim Suriyeli dostumun söyledikleriyle örtüşüyor. Akinan şöyle yazmış:
“…Şık entariler satan bir dükkân sahibi ile sohbet ediyorum. “Erdoğan neden böyle yapıyor” diye bana soruyor. “Bilmiyorum” diyorum. Gerçekten bilmiyorum.
Eski şehirde Bab Tuma taraflarına doğru ilerliyorum.
“Grape Leafs”, bir yıl önce bu şehir bana ev sahipliği yaptığında öğle yemeklerimi yediğim mütevazı bir esnaf lokantası.
“Korkuyor musun” diyorum garson çocuğa, “Amerika’dan mı? Hayır! Sen bizi vuracaklarını mı düşünüyorsun? Vuramazlar. Vuramayacaklar. Zira vururlarsa neler olacağını şimdi gördüler.
Akşam saatlerinde Şam’da yaşayan gazeteci arkadaşlarımla buluşuyoruz. Dış göç bir yana yaklaşık 3.5 milyon insan ülke içinde evlerini terk etmek zorunda kalmış.
Bunca yıkım, bunca ekonomik zorluk, Alevi bir dikta ve hala nasıl iç savaş çıkmadı” diyorum
“Demek ki rejim Alevi bir dikta değilmiş. Davutoğlu bunu göremedi. Sünni orta sınıf, Hırıstiyanlar ve diğer azınlıklar ÖSO ve Nusra’cıların ülkeyi ne hale getireceğini gördü. Fakat şu anda Suriye’de bir başka şey hızla yükseliyor. Suriye milliyetçiliği... Ayrıca onca ekonomik ambargoya rağmen bir başka tuhaf ekonomik denge oluştu. Körfez sermayesi Kaideci binlerce cihatçıya milyonlarca dolar para akıtıyor. Bu para nerede harcanıyor? Suriye’de. Tuhaf bir kara ve kanlı para girişi oldu.”
Demokratik bir ülkenin lideri nasıl olur da vatandaşını Ortadoğu batağının içine atar, savaş riskine sokar, komşularıyla ilelebet kin duyguları ile karşı karşıya bırakır, buna yanıt vermek zor. Neden, niçin ve nasıl olduğunu tarih mutlaka yazacaktır. Ama bugün için elde söylenebilecek net bir ‘neden’ yok!
Kongre, Obama’ya istediği yetkiyi verecektir, bunda şüphe yok. Kimyasal silah kullanımına karşı, Batı’nın tepkisiz kalmayacağını sınırlı bir saldırı ile dünyaya gösterecekler.
Peki, kimyasalı gerçekten Esad mı kullandı?
Le Figaro'nun deneyimli Ortadoğu muhabiri George Malbrunot soruyor: "Obama ve Hollande sizi 21 Ağustos'ta Şam'ın banliyösündeki saldırıda kimyasal silah kullanmakla suçluyor. Ordunuzun bu saldırıyı yapmadığını bize kanıtlayabilir misiniz?"
Esad yanıtlıyor: “Suçlayan kanıtını göstermeli. Amerika ve Fransa’ya meydan okuyoruz. Obama ve Hollande, kendi halklarının önünde bile bunu yapamadılar. Size Suriye ordusunun kimyasal silah bulundurup bulundurmadığını söylemiyorum. Diyelim ki bizim ordumuz kitlesel imha silahı kullandı. Ordunun kendi askerlerinin bulunduğu bir bölgede bunu kullanması olanaklı mı? BM heyeti, hastanede kimyasal gazdan yaralanan pek çok ordu mensubunu ziyaret etti. Burada mantık nerede?”
Aynı soruyu ben de Suriyeli dostuma sormuştum, bana şu cevabı vermişti: “Kesinlikle İsrail yapmıştır!”
ABD ve Fransa’nın kanıtlarının tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama inandığımı da söyleyemiyorum.