Derin cemaat sarsıntısı
Dün suratımızın ortasına inen sert yumruk, cemaat gerçeği ile ve cemaatin devlet içinde ulaştığı güç ile yüzleştirdi bizi.
Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın, “Maalesef emniyeti cemaate teslim ettik” demesinin gelinen noktada ne kadar hafif kaldığını gördük.
Türkiye’de yüzde 50 oy gücünü arkasına alarak, başka hiçbir gücün kendisine karşı gelemeyeceğini, ülkeyi canının istediği gibi yöneteceğini iddia eden bir iktidarın aslında elindeki iktidar gücünün önemli bir kesimini cemaate nasıl kaptırdığına tanık olduk.
Ama, tüm bunlara rağmen, ben bu derin cemaat sarsıntısının, toplum açısından hayırlara vesile olacağını düşünenlerdenim.
Yıllardan beri “derin devlet” darbeleri ile sarsılmaya alışık olan Türkiye dün “derin cemaat” sarsıntısı yaşadı.
Polisin, İçişleri Bakanı Muammer Güler ile birlikte 3 Bakan’ın oğlunu gözaltına alması, cemaatin siyasi iktidara meydan okuma noktasının son kertesi olsa gerek. Yani biraz daha ileri gitmiş olsalar iş Başbakan Erdoğan’ın oğullarına gelecekti neredeyse.
***
Bu operasyon Türkiye toplumuna bir gerçeği daha gösterdi ki, AKP ile cemaat arasında en başından beri güvene, iyi niyete, itimada dayanan bir işbirliği söz konusu değil. Her iki taraf da bir gün gerekebilir düşüncesiyle birbiri ile ilgili olarak sürekli bilgi ve belge biriktiriyor. Zaten dünkü operasyon da bu bilgi-belge birikiminin bir sonucu olsa gerek.
Toplumun önemli bir kesimi dünkü operasyonla suratının ortasına sert bir yumruk yemiş gibi sarsıldı.
Ama en ağır darbeyi doğal olarak Başbakan Erdoğan’ın yaşadığı belliydi.
Erdoğan’ın Konya’da yaptığı konuşmalardan beklediği çıkışı bulamayarak hayal kırıklığına uğrayan arkadaşlarıma, “Başbakan, henüz yerden kalkamamış” dedim.
***
Ama kalkacak. Cemaatin iktidara ders verme eylemi, Erdoğan’dan mutlaka karşılığını alacak.
Bu darbe kamuoyuna, AKP’nin, cemaate yaka kaptırmasının, Başbakan Erdoğan’ın, “Ne istediler de yapmadık” serzenişinin çok daha ötesinde bir iktidar ve yaka kaptırma olduğunu gösterdi.
Ama artık yolların ayrılma zamanı.
AKP iktidarı, belli ki şimdiye kadar çok büyük tavizler verdiği cemaati artık sırtında taşımayacak. Taşımaması da gerekir.
***
Başbakan Erdoğan, demokratik sistemlerde asla yeri olmayan cemaat türü örgütlenmelerin ne kadar antidemokratik ve tehlikeli olduğunu dün bir kez daha gördü.
Cemaatin ilk eylemi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gözaltına almaktı. Başbakan Erdoğan o eylemi ani siyasi manevralarla güçlükle engelledi. Zira, Hakan Fidan’ın ardından işin ucunun Beşir Atalay ve kendisine geleceği ifade edilmişti.
Şimdi, Bakanların birinci derece yakınlarının gözaltına alınmış olması tehlikenin ileri boyutlara tırmandığını gösteriyor.
Pek yakın bir zamanda da; Gezi Parkı eylemlerine katılan, beğenmedikleri siyasi uygulamalar karşısında demokratik eylem hakkını kullananların ve AKP’ye oy vermeyen diğer vatandaşların demokrasinin ve kendi iktidarının en büyük teminatı olduğunu anlayacak.
***
Bakan oğulları iki yıldan beri dinleniyormuş.
Zaten savcı ve polis ellerinde olduğuna göre, canları kimi isterse onu dinlemeleri normal değil mi?
Canları ne zaman, kimi içeri atmak isterse onu atacak güce sahip olduklarını göstermez mi?
Ahmet Şık, Nedim Şener, Hanifi Avcı buna en güzel örnekler.
Başbakan Erdoğan’ın çalışma ofisinde bulunan böceklerin kaynağı da kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu?
Bir siyasi iktidar, kendi yönetimi ve kontrolü altında olması gereken polisin yönetim, denetim ve kontrolünü bir cemaate devredebilir mi?
Bağımsız olması gereken yargıyı, cemaat mensuplarının teslim almış olması nasıl bir basiretsizlik ve sorumsuzluktur?
Tüm bu gelişmeler, kamuoyunun siyasi iktidara güvenini yerle bir edecek olaylar değil midir?
***
Hakan Şükür gitti. Şimdi 15 civarında cemaat mensubu vekilin daha istifa edeceği söyleniyor. Bence hepsinin gitmesinde fayda var.
Başbakan Erdoğan, dünkü açıklamalarında geri adım atmayacağız mesajını verdi.
Atmamalı da!
Cemaat de artık bu yol ayrımında, “cemaat olup, uhrevi dünyaya mı çalışacak”, yoksa kendini “dünyevi işlere mi adayacak” bir karar vermeli, iktidar olmak istiyorsa, siyasi bir yapılanma içine girip mücadelesini o kulvarda yürütmelidir.
Zira böyle “devlet içinde devlet” yapılanması, toplumun çok büyük bir kesimini son derece tedirgin eden, korkutan, endişelendiren bir yapılanmadır.
***
Bu kavga uzun bir süre daha gündemi işgal edecek ve epeyce sıkıntılı bir süreçten geçeceğiz. Ancak, ben bu sürecin Türkiye’nin yararına olduğuna inanıyorum. Tarafların çatışıyor olması, toplumdan gizlenen bir takım bilgilerin, olayların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.