Dizi izler gibi siyaset izlemek
Birbiri ardına ortalığa saçılan tapeleri, tapelerin insanlar üzerinde yarattığı etkiyi izlerken, aklıma yıllar öncesinin Dallas’ı geliyor.
Dallas saati gelince cadde ve sokaklarda el-ayak çekilir, büyük bir merak ve heyecanla Ceyar’ın akla hayale gelmez entrikalarını izler, bir hafta boyu da bunları tartışırdı insanlar.
Bir sonraki hafta, bir önceki haftanın entrikaları tamamen unutulur, yeni entrikalar tartışılmaya başlanırdı bu kez.
Nitekim, dün New York Times Gazetesi, Türkler’in televizyon dizilerine olan düşkünlüğüne vurgu yaparak, “Türkler sansasyonel bir dizi izlemekten kendini alamıyor. Ama bu dizi siyasidir” diye yazınca, ancak bu kadar olur dedim kendi kendime.
Aslında bu yazıyı dün yazacaktım. Tapeleri Dallas dizisine benzetecektim.
Dün, New York Times’ın tapelerle ilgili Türkiye yorumunu görünce şaşırıp kaldım.
New York Times’da dün çıkan makalede, “Türkler, her zaman iyi dizileri sevdi. Yıllar önce takıntı ‘Dallas’ idi ve belirli bir yaşa gelmiş olan Türkler, hala çok içen bir kadından, o dizideki ayyaş karakteri Sue Ellen diye söz ediyorlar. Daha yakın bir tarihte ise, Osmanlı sultanın hareminde geçen, saray entrikası ve aşk konulu Türk dizisi ‘Muhteşem Süleyman’, burada ve Ortadoğu’da bir tutku haline geldi. Ancak şimdi izlenecek dizi, bir yolsuzluk skandalı ile start verilen ve sızdırılmış telefon konuşmalarından oluşup sürekli bir akım gibi oynanan Türkiye’nin kendi siyasi krizidir“ diye yazıldı.
***
Gazete, krizin şimdiden “Türkiye’nin zaten sorunlu olan ekonomisine zarar verdiğini” kaydettiği haberinde son tape ile ilgili olarak Başbakan Erdoğan’ın gösterdiği sert tepkiye değindikten sonra, “Türk kamuoyu, hükümetin krizi durdurmak için aldığı agresif adımlar nedeniyle ondan sonra ne geleceğini merak ediyor” derken, birçok kişinin krizin esasen Erdoğan ile Gülen arasındaki ilişkinin bozulmasından kaynakladığını söylediğini belirterek, “Şimdi birbiriyle savaşıyor ve birçok Türk, bir güç mücadelesi ortasında kaldıklarını söylüyorlar” diyor.
***
Kasetler gerçek mi değil mi, hangisi gerçek hangisi değil diye gün boyu tartışıp duruyoruz.
Sokakta ses kayıtlarını tartışan insanlara rastlıyorum. Dün Kayaönü’nde bir sedefçi ile konuşurken, kapıda iki kişinin tapeleri tartıştığını duydum. Yanlarına gidip, “AKP’ye oy verenler bu ses kayıtlarına inanıyor mu” diye sordum.
”Hayır” anlamına başlarını salladılar. Hiç şaşırmadım.
Zaten AKP’ye oy veren kesimin yüzde 30-35’inin ilk günden beri ne yolsuzluğa ne de tapelere inanmadıkları kanısındayım. Onlar tüm bunları AKP-cemaat kavgası nedeniyle ortaya atılan iftiralar olarak kabul ediyorlar.
***
Dün arkadaşıma dedim ki, “Türk insanına gidip bir dedikodu yapsanız, üçüncü bir şahısla ilgili yalan söyleseniz, o dedikoduyu can kulağıyla dinler, inanır ve üzerine birkaç çeşitte kendisi ekleyerek gidip başkasına anlatır. Şimdiye kadar, ‘Canım bu saçma sapan bir dedikodu, öyle şey olur mu’ diye itiraz edenine hiç rastlamadım. Ama, önlerine ses kayıtları koyuyorlar, hiç kimse inanmıyor. Bu nasıl bir çelişki” diye sordum.
Bana hak verdi ama, sebebini o da çözemedi.
Zaten o meseleyi ilk günden beri anlayamıyor.
Kutularda 4.5 milyon dolarlar, evlerde 7 tane kasa, 30 milyon Euro laflarını duydukça, yolsuzluğu falan unutuyor, “Benim anlamadığım, bu kadar parayı ne yapacaklarmış” diye sorup duruyor.
Zira, siyasi ihtirasın ve istismarın boyutları, hepimizin sınırlarını zorlayacak düzeye ulaşmış olmasının şaşkınlığını yaşıyoruz.
Ve… Gelişmeleri Dallas’ı izler gibi izledikçe, daha çok kafamız karışıyor, işin içinden çıkamıyoruz.