Perihan Mağden olayı…
Geçen hafta aykırı yazar Perihan Mağden’in Taraf gazetesindeki köşe yazısı sosyal medyada gündem oluşturdu. Kafası testere ile kesilen masum genç bir kız. Türkiye’nin nefret ettiği cellat kılıklı bir adama (Mezar taşına ismi yazılmadı. Osmanlı geleneği, cellatların mezar taşına isim yazılmazmış!), intihar etti diye sempati duymaya başlayan bir kadın yazar…
Bu nasıl bir ruh hali acaba?
Bana, elektrikli sandalyede idam edilmeyi bekleyen adamlara aşk mektubu yazıp evlenme teklifi yapan Amerikalı genç kadınları hatırlattı!
İşte Mağden’in yazdığı yazıdan bir bölüm.
“Biz Cem’e haksızlık yapmışız! Avukatının başından beri dediği gibi, ruh sağlığının yerinde olup olmamasını kat’i surette kâle almamışız, demek ki. (...) Cem, hazırlıksız yakalandığı bir oyunda/ hayatta, hem Münevver’i, hem kendini yok etti. (...) İntihardan sonra, Münevver Karabulut’un ailesi Cem’in kendini öldürdüğüne inanmıyor, soruşturma, kanıt talep ediyor. Hakikat şu ki; Münevver’in ailesi intikama doymuyor. Giden çocuğunun yerini hiçbir şey dolduramaz, muhakkak. Bitmek tükenmek bilmez bir intikam hissi de öyle.”
Perihan Mağden herhalde Cem’in gerçekten ölüp ölmediğini anlamak için DNA testi talep eden Münevver’in ailesine kafayı takmış, “İntikama doymuyorlar” diyor.
Oysa, burası Türkiye, akla gelen senaryonun gerçek olabileceği bir ülkede yaşıyoruz. Ailenin kafasının rahat olması için bu testi istemesi kadar doğal bir şey olamazdı.
Bu adam değil miydi, tam 6 ay polisten kaçmayı başaran!
Polis bulamadı, yakalayamadı veya yakalamak istemedi.
Hatırlayın, İstanbul’un o zamanki pos bıyıklı emniyet müdürü Celalettin Cerrah, bütün baskılara rağmen Garipoğlu’nun üzerine gitmedi. Osmaniye’ye vali olarak atandı da (Geçen sene de merkeze alındı!) yerine gelen Türkiye’nin en iyi emniyet müdürü olan Hüseyin Çapkın iki üç hafta içerisinde Cem’in kendi ayakları ile teslim olmasını sağladı. Cerrah kalsaydı, Çapkın gelmeseydi, Cem asla teslim olmazdı.
İşte Mağden böyle bir adama acıyor, ayıp olmasın diye Münevver’in ailesine de acıyormuş gibi yapıyor!
Mağden’e en güzel yanıtı sosyal medyada gazeteci Alper Turgut verdi:
“Perihan Mağden, memleketimin çoğu insanına ne çok benziyor, psikolojisi bozuk, vicdanı sakat.”
Bu kadar!..
Pazar günü Hürriyet Pazar’da İpek Özbey, konuya değinerek hem bilim adamlarını konuşturdu, hem de olaya yeni bir boyut getirdi.
Dr. Tanju Sürmeli, tıp doktoru, Yale, University of Texas, Psikiyatri ve Nöroloji üniversite hastanelerinde ihtisas eğitimi aldı, Columbia Üniversitesi Tıp Fakültesi-NYSPI’de ve Manik Depresyon Vakfı’nda Prof. Dr. Ronald Fieve’ye başasistanlık yaptı, Harvard Tıp Fakültesi, Scholar (Bilim insanı) klinik araştırma programına kabul edildi, diyor ki:
“Büyük olasılıkla kendi ölmemiş olabilir. Çünkü Çince öğreniyor, koğuş arkadaşı Korkmaz Yiğit kendisini gayet iyi gördüğünü söylüyor. Üniversite sınavlarına giriyor, ‘34 yaşıma hazırlanıyorum’ diye röportajlar veriyor. Gelecekle ilgili bir umudu, hatta planı olanlarda intihar vakası görülme olasılığı düşüktür.
Dünya üzerindeki araştırmaların yer aldığı bir platformda bilimsel yayınları inceledim. 5 yıl sonra intihar etme hadisesi hemen hemen imkânsız. Katil kendini cinayet işlediği andan hemen sonra öldürüyorsa öldürüyor, yoksa bunu yapmıyor. Münevver’in öldürülmesinde de bir şey var. Muhtemelen Münevver gizli bir bilgiyi öğrendi.”
Nasıl ama?..
Bu cinayet aldınlatılamadı, çünkü bilimsel yaklaşılmadı.
Kamuoyunu aylarca-yıllarca meraklandırmasına rağmen konuya şark usulü yaklaşıldı.
Bir önemli iddia da Cem’in öldürülmesi…
Hani, o bir türlü öğrenemediğimiz, Münevver’in öğrendiği çok önemli bir sır var ya, o sırrın Cem’de de kalması istenmemiş olabilir.
Na sırmış be! İnsanı meraktan çatlatabilir!
Son olarak, hepimizi, bütün toplumu ilgilendiren bir soruya Dr. Tanju Sürmeli cevap veriyor.
Soru: Bir katilin vicdanı var mıdır?
Cevap: Vicdanla ilgili bölge, beynimizde insula dediğimiz yerde bulunur. Sosyopatlarla yapılan çalışmalarda -ki işlediği cinayet bir sosyopatın işleyebileceği bir cinayetti- o bölgenin devre dışı kaldığı görülür. Yani vicdanları yoktur. Yaşasaydı ve 25 sene sonra çıksaydı yüzde 80 olasılıkla bir suçla geri geleceğini bilimsel çalışmalar da söylüyor.
Henüz cinayet işlememiş veya eli değmemiş! kimbilir kaç Sosyopat aramızda dolaşıyor?
Pespayelik...
Kendilerini ‘Güven kurumları’ olarak lanse eden bankaların aslında pek de güvenilir kurumlar olmadığını gösteren bir pespayelik hikayesi anlatacağım.
Avukat Çezik, 17 Temmuz 2014’te, bir alacağın tahsili için İstanbul 35. İcra Müdürlüğü’ne takip kararı aldırdı. Kesin takip tebligatına ve borçlu bankanın hukuk bürosuyla yapılan görüşmelere rağmen 2 ayda sonuç alamayan avukat Çezik, ‘kasa haczi’ talep etti. İcra müdürlüğünün kasa haczi kararı vermesinin ardından avukat Çezik, icra memuru ve yedi eminle bankanın en yakın şubesi olan Çağlayan şubesine hacze gitti.
Bankadaki görevlilerden müvekkilinin alacağını isteyen Çezik, görevlilere mahkeme kararını gösterdi. ‘Kasa haczi’ yapılacağını söyleyerek, “Açın kasanızı!” dedi!
Ne güzel bir atasözü vardır: ‘Dinsizin hakkından imansız gelir’ diye…
Vezneye yönelen icra memuru, durumu zevkle izleyen davacı ve avukatı feryat figan bir sesle irkiliyorlar!
“Durun! Aman yapmayın! Burası bir banka, rezil rüsva olacağız! Ben şahsen söz veriyorum, yemin ediyorum, taahhütte bulunuyorum, paranız yarım saat içinde icra müdürlüğü hesabına EFT yapılacak! Rica ve istirham ediyorum, daha ileri gitmeyin!”
Tutanak tutuluyor, zavallı müdür koca bankaya kefil oluyor, taahhütte bulunuyor ve böylece rezaletin bittiği sanılıyor!
Talep edilen para fazlası ile tahsil edilmesine ediliyor da, bir bankaya bu şekilde ödeme yapmak yakışır mı, asıl onun üzerinde durmak gerekiyor.
Burada şube müdürünün ve personelin hiçbir kabahatı yok. Ama bütün eziyeti onlar çekiyor ve skandalı onlar telafi etmeye çalışıyorlar.
Bankanın ismi açıklanmıyor. Çünkü, bankalar ne yaparlarsa yapsınlar, onları koruyan özel bir yasa var. Bu kurumlar kendilerini güven müesseseleri (!) olarak tanımlıyorlar ya, bunların zarar görmemesi için özel kanun çıkarılmış, vakti zamanında…
Onlarda bu yasayı istismar ederek işi icraya kadar vardırıyorlar.
Paran olmaz, amenna!
Vereceğin altı üstü 5-10 bin lira! Neden vermiyorsun? Karşıyı küçümsüyor, layüsel ya, git bildiğin yere şikayet et, der gibi havaları var hep!
Zaman zaman o kadar küstahlaşılıyor ki, insanlar bankalardan nefret ediyorlar!
Reform bankalardan başlamalı. Bu müesseseler AB standartlarına getirilmeli. Bizde çoğu bankanın ana kazanç kaynağı kredi kartları. Dünyada bizden başka örneği yok bu maskaralığın!
Tasarrufu teşvik edeceklerine yurt dışından bir yıl vadeli sendikasyon kredileri alarak bankacılık yaptıklarını sanıyorlar! Türkiye bu sorununu çözemezse, işi çok zor!
TBMM’de yeni bir bankacılık yasası teklifi var. Derde deva bir şey midir henüz bilmiyorum. Ama iyi biliyorum ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bankaların gidişatını beğenmiyor.