Ünal Aysal’ın hikayesi...
Bir işadamı işinde başarılıysa her şeyde de başarılı olacak diye bir kural yoktur!
Ünal Aysal’ın Galatasaray başkanlığına getirilmesi tamamen sosyolojik bir olaydı.
Adamın parası vardı! Hem de çok parası vardı ama statüsü yoktu.
Galatasaray Lisesi’nde okumuş daha sonra İsviçre’de Neuchatel Üniversitesi’nden hukuk diploması almıştı.
Yıl 1970, henüz Türkiye’de lisan bilen, yurt dışında eğitim görmüş adamın sayısı az. Koç Holding’in dış ticaret şirketi Ram A.Ş.’de iki sene ihracat koordinatörlüğü yapıyor. Sonra da Belçika’da bir şirkette çalışıp deneyimini yeterli görünce kendi şirketini kuruyor.
Demir çelik ve sanayi mamulleri satışı ve petrol swap işlemleri yapıyor. Petrolün yanı sıra, elektrik üretimi ve anahtar teslim santral inşa ve finansmanı projelerinde ihtisaslaşıyor. Sahillerimizin bakir olduğu o zamanlarda Kemer’de bir seri 5 yıldızlı oteller kuruyor. Boğaz’daki ünlü butik otel Ottoman’ı da, “Erkekler belli bir yaşa gelince ‘genç tene’ ihtiyaç duyuyorlar. Ben de anlayışla karşıladım” diyerek boşanmada zorluk çıkarmayan eski eşine veriyor.
Ünal Aysal şüphesiz kafası çok iyi çalışan, zeki bir işadamı. Bir kat yukarıya çıkabilmesi için sağlam bir süllüme (merdiven) ihtiyacı olduğunu biliyor. Batı’da, Aysal’ın aklından geçen statüye en yakın yol, gazete sahipliğinden veya ünlü bir futbol kulübünün başkanlığından geçer.
İstanbul’da dostları vasıtası ile Galatasaray’ın başkanlığı için zemin yoklamaya başlıyor. Aslında bu işin nasıl hallolacağını da çok iyi hesap etmiştir.
Galatasary Lisesi’nden yaşça büyük ağabeyi, Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç’ı iyi tanımaktadır. Koç Holding’te çalışırken amiri olan Kıraç’a futbol sohbetlerinde ustaca nüfuz eder, Galatasaray’a 100 milyon dolar vermekten bahseder. Daha sonrası çorap söküğü gibi gelir… Hemen olmaz ama sonunda vuslat hasıl olur.
Türkiye’de pek tanınmayan Ünal Aysal’ı kısa sürede herkes tanır. Ama onun için önemli olan Avrupa’da tanınmaktır. Ünlü işadamları, siyasetçiler, kraliyet çevreleri ile tanışmak bu sayede mümkün olabilmektedir. Nitekim, Galatasaray Başkanı olarak, şirketlerinin merkezi olan Belçika’da, Belçika Prensi H.E Philippe Leopold Louis Marie tarafından Belçika hükümeti adına Leopold II Yüksek Takdir Madalyası ile ödüllendirilir. Bu sadece bir örnektir, Aysal, planladığı her şeyi gerçekleştirir.
Galatasaray’dan artık sıkılmıştır! Üstelik harika yeni yatırımlarını realize edebilmek için daha çok zamana ve Avrupa’da kalmaya ihtiyacı vardır.
Zaten, Fatih Terim’den sonra takımın tadı kaçmış, sıkıntılı bir döneme girilmiştir.
Bir kurumda bir horoz olur! Fatih Terim’in sürekli medyada önüne geçiyor olması, karizması ilk günden beri asabını bozuyordu! Fakat gel gör ki, adam başarılı, takımı şampiyon yapıyor, Avrupa’da iyi sonuçlar alıyor, yüz ağartıyor.
Ama artık canına tak etmişti!
Ne olursa olsundu!
Bir vesile ile bir muhabire, Fatih Terim’den ‘elemanımız’ diye sözedince kıyamet koptu! Çünkü, egososu şişik Terim’in, ‘eleman’ lafını duyunca sonun başlangıcı olacağını çok iyi biliyordu!
Nitekim biraz zaman alsa da, Aysal’ın kurgusu gerçekleşir, Terim istifa eder, meydan tamamen kendisine kalır!
Ama, meydan var at yok, at var meydan yok, atasözündeki gibi işin bir tarafı eksik kalınca çuvallamaya başlar!
Takıma yeni teknik direktör aramaya girişir. Eee, artık Avrupa’nın çakma da olsa asilleri içine girmiştir! Sıradan birisini getirmek asaletine uygun düşmeyeceği için o sıralar çok popüler olan, Manchester City’yi Premier Lig şampiyonu yapmış olan Roberto Mancini’yi getirir.
Mancini, şampiyonluğu ezeli rakip Fenerbahçe’ye kaptırır! Yollar ayrılır.
Bu kez İtalyan Milli Takımı’nın teknik direktörü Cesare Prandelli’yi getirir.
O da kötü sonuçlar almaya başlayınca, aklına Yahya Kemal Beyatlı’nın ünlü şiiri ‘Sessiz Gemi’ gelir…
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Ünal Aysal zeki adamdır, demiştik! Bu işi de kör gözüne yapmayacaktı elbette!
Galatasaray Divanı’nda yaptığı bir konuşmada, Galatasaraylılar’ın çok hassas olduğu bir konuyu eşeler, “Gayrimenkullerimizi satmak zorundayız” gibisinden bir laf eder.
Sen misin bunu söyleyen! Galatasaraylılar hop oturup hop kalkarlar!
Onun da istediği ve beklediği bu olduğu için hiç uzatmadan istifa edeceğini, olağanüstü genel kurulda da aday olmayacağını bildirir.
Gerisi tereyağdan kıl çekmiş gibi hallolur ve Aysal, başkanlığı olağanüstü genel kurulda seçilen Yarsuvat’a devreder.
Benim yorumum:
Ünal Aysal, Batı’da eğitim görmüş, Batı’da yaşayan ‘Şark kurnazı’ bir işadamı.
Galatasaray’a 100 milyon dolar vermekten sözediyor, finans sihirbazı olduğunu iddia ediyor, muhteşem projelerinin olduğunu söylüyor ama bunların hiçbiri gerçekleşmiyor.
Antepliler’in tabiri ile ‘Ehven’ bir adam.
Sıkı mı Gökhan’a ceza verilsin!..
Biz de, yanız futbolda değil, her şey de övgü de yergi de ölçüsüzdür, mübalağalıdır, sonuçta zarar vericidir.
Beşiktaş, dışarıda Partizan’a 4 attı, eh ligde de yenilgisiz ya hemen ‘şampiyon’ ilan edildi!
Takım havaya girdi, Bilic’in de kafası bulutlara değince saçmaladı, takımın oturmuş kadrosuyla, sağıyla-soluyla oyanayınca Kayseri’de karlı Erciyes dağına tosladı!
Asıl derdim Gökhan Töre’yi yazmak.
Bu sporcu delikanlı, önceki gün Erciyes karşısında, orta alanda taca çıkan bir top nedeniyle hakemle dalaşıp küfrettiği için 4. hakemin uyarısıyla kırmızı kart görüp takımını 10 kişi bıraktı. Beşiktaş’ın mağlubiyetinin tek sorumlusu oldu. Bu hafta Fenerbahçe’ye karşı forma giyemeyecek.
Bakalım Beşiktaş Gökhan’a Fenerbahçe’nin Bruno Alves’e verdiği cezanın bir benzerini verip kadro dışı bırakabilecek mi? Tahmin etmiyorum, çünkü cebinde silahla gezen, kendini ayrıcalıklı gören bir ağır abi hallerindeki mafya/futbolcu tipindeki sözüm ona bu sporcuyu (!) kadrosunda tutmağa devam eden Beşiktaş yönetimi, bir kırmızı kart uğruna ondan vazgeçer mi?
Nitekim…
Beşiktaş A Takım Sorumlusu Mete Vardar, “Ben Gökhan Töre ile konuştum. Sadece ‘f… off/s..tir git’ demiş. Bunun da ne İngiltere ne de Almanya’da küfür anlamına gelmediğini söyledi. Biz Gökhan’a güveniyoruz. O dürüst bir çocuk. Hakem İlker Meral haklı görünmek için tabii ki raporuna küfür etti diye yazacak” diyor.
Yani, cehalet mi desem, naiflik mi?
Tartışmaya gerek yok, Gökhan küfretmiş. Ceza alacak.
İlgilizce’de ve Almanca’da, bizde olduğu gibi sunturlu küfürler yok. Bir İngiliz’e, “Ananı, sülaleni bilmem ne yapayım” desen, anlamaz ve bir mana da ifade etmez. “Niye ki?” der!
İngilizce’de, anlaşılır en çok edilen küfür, ‘bastard/piç’, Almanca’da da, ‘schweinehund/domuz köpek’ tir. Bunun dışında küfür duymanız pek olağan değildir. Küfürbaz toplum değiller!
Şimdi, bir toplantıda Mete Vardar birisine, “f..k off” desin bakalım, neler oluyor?
Bu küfürbaz silahşör, milli formayı giyip Türkiye’yi temsil edecek! Öyle mi?