3 önemli insan aynı çizgide buluştular…
Türkiye’nin kaderi ile ilgili üç önemli insanın bir iki gün içerisinde söyledikleri aynı noktada buluşuyor.
CHP’nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selin Sayek Böke, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve Türkiye’nin en büyük yatırımcı grubu Koç Holding Başkanı Mustafa Koç.
Hisarcıklıoğlu, iş dünyasının sıkıntılarını anlatırken,
“2002 yılına kadar düşük kredi tuzağındaydık. Kişi başına gelir 4 bin doların altındaydı. Daha sonra yapılan hamlelerle kişi başına gelir 6 yılda 10 bin dolar seviyesine yükseldi. Maalesef son 6 yılda yerimizde sayıyoruz. Ne yaptık? Birbirimizle uğraştık. Türkiye olarak birlikte hareket edebilme kültürünü unuttuk. Herkes ayrı bir baş oldu. Bundan dolayı yerimizde saydık" diyor.
Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca büyüme hızının yüzde 5 civarında olduğunu, ancak son 3-4 senedir yüzde 4, yüzde 3 civarında seyrettiğini kaydederek, “İstihdam üzerinde çok büyük sıkıntılar ve önünde engeller var. Bir işçinin bana maliyeti 180 lira, ben 180 lira vereceğim işçimin eline 100 lira geçecek. İstihdamdaki vergi yüklerinde birinci sıradayız. Adeta 'işçi çalıştırma' deniyor veya 'kaçak çalıştır' deniyor. Ben devletten para pul istemiyorum. Tek isteğim dünyadaki rakiplerim hangi şartlarla üretim yapıyorsa o şartlar sağlansın” diye de ekliyor.
CHP’nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selin Sayek Böke de hemen aynı şeyi söylüyor: “Türkiye’de artık kimse fabrika kurmuyor. Hükümetin ilk 6 yılında yabancı yatırımcı Türkiye’ye güven duydu. Türk yatırımcı da güven duydu. Yarınını öngörüyordu yatırımcı, uzun vadeli yatırım yapıyordu. Ama artık bu yok.”
Böke, Hisarcıklıoğlu’nun söylemeye cesaret edemediği, güvenin kaybolmasının diğer nedenlerini de şöyle sıralıyor:
“Artık Türkiye öngörülebilir değil. Herhangi bir işadamının ekonomik araçlar kullanılarak cezalandırılamayacağının garantisi yok. Büyük oyuncular bunu hissediyor. Adı reform olan çeşitli paketler getirildi ve dendi ki, ‘Ben makul bir şüphe görürsem sizin mal varlığınıza el koyabilirim.’ Bu durumda cebinde para olan bir yatırımcı fabrika kurmak yerine yarın satabileceği finansal ürünlere yöneldi.”
Koç Holding Başkanı Mustafa Koç da Hisarcıklıoğlu gibi istihdam meselesini değerlendirerek, yüzde 20’lere ulaşan genç işsizliğin ülkede sosyal barışı tehdit eder hale geldiği uyarısı yaptı. Koç, işsizlikle mücadele için seferberlik çağrısı yaptı.
Koç, Böke’nin dolaylı olarak değindiği hassas konu, Servet vergisi için, “Daha ne vereceğiz, dolaylı dolaysız veriyoruz. Türkiye gibi sistemde önce ekonomi kayıt altına alınmalı” derken Hisarcıklıoğlu’nun büyüme yüzdesiyle ilgili değerlendirmesine benzer bir yorumda bulundu:
“Bu sene yüzde 3 büyüme bekleniyor. Avrupa'ya bakınca bu büyüme iyi. Biraz önümüze bakıp işimize odaklanmamız gerekiyor. Gelecek yıl biz büyüme hedefini yüzde 3,5 olarak belirledik.”
Şimdi, bu değerlendirmelerin ve yorumların ışığında Koç’un gelecek sene yurtdışında sürpriz büyük bir yatırımdan bahsetmesinin bence çok önemli bir anlamı var.
Mustafa Koç, Murat Ülker’e bir mektup yazarak dünyanın en büyük üçüncü bisküvi şirketi olan United Biscuits’i satın almasının muazzam bir iş olduğunu söyleyerek tebrik ediyor.
United Biscuits bir dünya markası ve 7 fabrikası ile ortağı mortağı olmadan hepsi Ülker’in oldu. Koç’un en fazla üzerinde durduğu da bu konsept olmalı. Sürprizin ne olduğu açıklanmadı ancak öyle anlaşılıyor ki, Koç da aynı şeyi yapmak istiyor. İçerideki kısıtlamalardan, korkulardan bir nebze olsun kurtulmak için yurtdışında çok büyük bir yatırım yapacak.
“Dünyada Türkiye, Türkiye’de Gaziantep” diyen Konukoğlu’nu düşününce, işsizliği de üzerine koyunca, yapılanın pek de güzel olmadığı tartışılabilir ama demek ki bu patronlar kendilerini Türkiye’de yeteri kadar emniyette hissetmiyorlar!..
Bu korkunç bir şey, ülkeye çok zarar verecektir.
Yalan!..
Şu sıralar ABD Bill Cosby skandalı ile çalkalanıyor.
Önce Bill Cosby kimdir?
77 yaşında, Amerika’nın en çok tanınan zenci sanatçılarından biridir. Senarist, film müziği bestecisi, televizyon yapımcısı, komedyen, yazar, kendi şov programları olan ve hemen bütün Amerikalılar’ın tanıdığı çok yetenekli bir yıldız.
İşte bu müthiş yıldızın başı fena halde dertte! Taciz ve tecavüzle suçlanıyor! Şimdiye kadar kadınlar şikayetçi olmamış ama birisi çıkıp da “Kral çıplak” deyince onlarca kadın ortaya dökülüp şikayetçi oldular.
Sevenleri Cosby’nin ortaya çıkıp, itirafta bulunarak halktan özür dilemesini bekliyor. Ancak Cosby bütün bu suçlamalara hiç cevap vermiyor.
Burada iki toplum arasındaki farka değinmek istiyorum.
Amerikan toplumunun en hassas olduğu konu, yalan!
Yaptığınız bir yanlışı itiraf edip özür dilerseniz, herkesi tatmin edemezseniz de, konu kapanıyor. Yok eğer yalan söylerseniz, işte o zaman ölümlerden ölüm beğenin!
Eski ABD Başkanı Bill Clinton davası bunun en güzel örneği. Clinton, halka tam olarak doğruyu söylemedi. Beyaz Saray stajyeri Monika ile ilişkiye girmediğini söyledi ve bunda da sonuna kadar direndi. O direndikçe medya da direndi ve aylarca, yıllarca konu gündemde kaldı ve Clinton ailesi çok yıprandı.
Oysa çıkıp da, “Ben Monica ile ilişkiye girmedim ancak oral seks yaptık” diyebilseydi mesele orada kapanacaktı. Ama kabul edelim ki, koskoca başkanın genç bir kızla böyle böyle yaptık demesi hiç de kolay değil! Onun için de bütün erkeklerin başvurduğu yöntemi benimsedi, ‘Zinhar inkar’ı uyguladı!
Bill Cosby, suskunluğunu koruyor. Ama kamuoyu baskısı bakın ona ne acaip zararlar veriyor!
Tecavüz suçlamaları çıkar çıkmaz NBC televizyonu, ratinglerde birinci sırada olan Cosby dizisini iptal ettiğini duyurdu. Netfix, Cosby ile yayına sokmak üzere olduğu stand-by şovu kaldırdı. Daha bir sürü örnek var.
Dizilerde iyi aile babasını oynayan ve ‘Amerika’nın babası’ kabul edilen 77 yaşındaki bir adam tecavüzle suçlanıp da sessiz kalırsa televizyon yönetimleri başka ne yapabilir ki!
Sessiz kalmak bir yere kadar! Sonunda mutlaka konuşacaksın. Zaten herşey iptal edilmeye başlanmış, eve mahkum olmuşun, dışarıya çıkacak olsan pusuda bekleyen yüzlerce kamera var!
Doğruyu söyleyip, itirafta bulunup özür dilemekten başka çare olmamasına rağmen direnmenin pek de akıllı bir yöntem olmadığı aşikar değil mi?
Bu bizde olsa, çıkar bir güzel inkar edersin, yalan söylersin, dine imana, anaya çocuğa yemin edersin, herkes de inanır, mesele kapanır. Ama Batı toplumlarında böyle olmuyor.
Yalanı asla kabul etmiyorlar.
Bizde en önemli kamu yöneticisi yıllarca hep yalan söyledi, ama yalancılıktan dolayı da pek bir tepki görmedi. Çünkü, bizim halkımız yalana karşı duyarlı olmadığı için tepki göstermek gereğini hissetmiyor.