Mehmet Ağar, saldırıyı Yeşil’in yaptırdığını biliyor muydu?
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, 12 Kasım 1993 günü
uğradığım silahlı saldırının ikinci günü akşam gazetenin telefonundan beni aradı.
Olaydan duyduğu üzüntüyü belirtti, geçmiş olsun dileğinde bulundu “Emniyet genel müdürü olarak yanınızdayım” dedi.
Gaziantep Emniyet Müdürü olan Yahya Soy’un olayı çarpıtmaya çalıştığını ve savsakladığını söyleyerek, ona şikayet ettim.
“Olur mu öyle şey? Benim sizin yanınızda olduğuma dair sözlerimi gazetenizde yayınlayın, herkes bilsin” dedi.
***
Mehmet Ağar’ın sözlerini Sabah’ın birinci sayfasından aynen yayınladım.
Ertesi gün yeniden aradı. Yine moral verici sözler söyleyip, samimi şekilde hal hatır sordu.
Aradan bir ay geçmeden de Gaziantep Emniyet Müdürü Yahya Soy’u merkeze aldırdı.
Ben de onun arkasından, “Güle güle Yahya Soy” diye manşet atma zevkini yaşadım.
***
Şimdi, gelişen olayların ışığında yeniden değerlendirdiğimizde, Mehmet Ağar’ın saldırının Yeşil kod adlı Ahmet Demir’in, perakende işlerinden biri olduğunu anında öğrendiğini ve bu yüzden bana sahip çıkıp, emniyet müdürünü merkeze alıp, olayın kapanmasını sağlayarak, onların deşifre olmasını engellediğini düşünmek daha mantıklı gibi geliyor.
***
O dönemde, Yaprak TV’nin sahibi olan, İbrahim Şahin ve ekibinin haraca bağladığı söylenen Mehmet Ali Yaprak, özel harekatçılar tarafından farklı zamanlarda iki kez kaçırıldı.
İlkinde galiba yolda jipinin içinde yangın çıkararak gözdağı verdiler, ikincisinde ise Sedat Bucak’ın çiftliğine götürüp, fidye istedikleri iddia edildi.
İşte bu özel harekatçılar, güya bölgede devletin menfaatlerini korumak, bunun içinde gerekirse cinayet işlemek için görevlendirilmişlerdi.
Devlet adına insan öldürerek, güya terörle mücadeleye katkı sağlıyorlardı.
Ancak ellerindeki kontrol edilemeyen güç, bir süre sonra çığırından çıkarak kendileri birer terör örgütü haline gelmişlerdi.
***
Bir süre sonra iş, kendi hesaplarına haraç toplamak için adam kaçırmaya ve adam öldürmeye dönüştü.
Bu ekiplerin, o tarihte bölgede ne kadar olaya karıştığı, hangilerini organize ettiği ve hangi canları yaktığı henüz tam olarak bilinmiyor.
Bir dönemin karanlık siyasetçilerinin, “Devlet için kuşun sıkan da kurşun yiyen de kahramandır” diyerek koruduğu bu suç örgütünün karanlık dosyalarından daha ne kirli cinayetler çıkacak onları da henüz bilemiyoruz.
Baksanıza Yeşil kod adlı Ahmet Demir, yaşıyor mu, öldü mü, yaşıyorsa hangi isimle nerede gizleniyor onu bile henüz kimse bilmiyor.
***
Aslında hikaye, saldırının biraz daha öncesine dayanıyordu.
Olaydan bir yıl kadar önce, o zaman SHP’li olduğu için ve de aday adayı olup seçim kazanamadığı için mağduriyet ödülü olarak Gaziantep Bayındırlık İl Müdürlüğü görevine getirilmiş olan, (Zekeriya Evran aradan yıllar geçtikten sonra rüşvet yemeyi sürdürdüğü için adaletten yakasını kurtaramadı. Bundan birkaç yıl önce Mersin Bayındırlık il müdürü iken, teşekkül halinde rüşvetten tutuklanarak cezaevine konuldu. Halen cezaevinde bulunuyor.) Zekeriye Evran’ın müteahhitlerden rüşvet yediği yolunda haberler yayılmaya başlamıştı. Artık illallah diyen müteahhitler her gün gazeteye telefon açıp, olayın üzerine gitmemizi istiyordu.
Zekeriya Evran’ı, Ömer Arpacıoğlu dönemi belediyesinden ve SHP’den tanıyordum. Davet ettim, çıktı geldi o zaman gazete ofisimizin bulunduğu şimdiki Sanayi Odası binasının 5. katındaki yerimize.
***
Ortaya teybimi koyup, rüşvet iddialarını sordum. Biraz panik ve şaşkınlık içindeydi. Sorularımı yanıtladı. Kalkıp giderken, “Bunları yazma, bir emrin varsa söyle. Bir ara görüşelim” diye, üstü kapalı ricada bulunarak ayrıldı.
Zekeriya Evran’la yaptığım konuşmayı noktasına, virgülüne dokunmadan kağıda döktüm.
Ertesi gün Sabah’ın manşetinden röportajı okuyan herkes, telefon açıp, “Bu adam rüşvet yediğini itiraf ediyor” diye tebrik ediyordu.
Çok geçmedi o zaman iktidar ortağı olan SHP’nin il yönetimi Zekeriya Evran’ın görevden alınması için baskı yaptı. Önce tayinini daha bereketli bir yere Mersin’e çıkardılar. Ancak dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, kendi memleketine böyle şaibeli bir müdür istemeyince Zekeriya Evran’ı Şırnak’a sürdüler.
***
Aradan birkaç ay geçti, geçmedi. Beni Ahmet Demir adında biri aradı.
Elinde belediye ile ilgili çok önemli bir dosya olduğunu, Zekeriya Evren olayına atıfta bulunarak, böyle bir olayı yazmaya ancak benim gibi cesur bir gazetecinin cesaret edebileceğini, o nedenle elindeki bu dosyayı mutlaka bana vermek istediğini söyledi.
“Tamam o zaman gelin gazeteye görüşelim” dedim.
“Yook olmaz. Beni biri görecek olursa başım derde girer. Ben gazeteye gelemem” dedi.
“Peki ne olacak?” diye sordum. İlginç bir öneride bulundu.
Arabayla gelip beni istediğim yerden alacak, arabada dosyayı ve gereken bilgileri bana verecek. Sonra da beni istediğim yere geri bırakacakmış.
Bugün bile düşündükçe, aradan geçen o kadar zamana rağmen tecrübesizlik, gençlik ve meslek aşkı uğruna ya inanıp gitseydim diye nasıl bir tehlikenin eşiğinden dönmüş olduğuma inanmakta güçlük çekiyorum. Sürecek