“Ne efsunkâr imişsin ey didar-ı koltuk…”
Yaşanan her olayın arka planında bizler için bir ders olduğunu unutuyoruz çoğunlukla. Sonra da aynı filmi tekrar – tekrar izleme durumlarına düşüyoruz.
Lütfen bir bakar mısınız demokrasi tarihimize…
1946’da ağzımıza-burnumuza bulaştırıp “Bismillah” deyip başlamışız. Başlamışız de ne olmuş? Daha başlangıçta “Demokrasi aşkı”na sahteciliği bulaştırmış, demokrasi uğrunda “ ham hayal” görmüşüz.
Sonra? Sonrasında 1950’nin 14 Mayıs’ında demokrasiye izin çıkıca “Tek Parti-Çok Parti” devir-teslimiyle “Demirkırat (DP) dönemi” başlamış.
On yılın başlangıcında demokrasiyi zirveye taşıma heyecanı… Önce özlemle/heyecanla atılan temeller… Sonrasında ekonomi çarklarının durmasıyla demokrasi hedefinde “karavana atışlar” başlayınca koltuğu kaybetme korkusu Ayandon fırtınasına dönüştü. Demokrasi yerine baskıcı uygulamalar geldi yeniden. “Basın hürriyeti”, “İspat hakkı”, “Hakim teminatı”, “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri” gibi demokratik konularda yurttaşın şikayetleri/yakınmaları ayyuka çıktı. 1957 genel seçimine gidilirken siyaset adına oluşan Türkiye tablosunda bu olumsuz renkler vardı. Seçim de bunu doğruladı.İktidar-muhalefet arasında daha önceleri yaşanan “ Bahar havaları” yok olmuş, yaşatılması gereken köprüler atılmış, son hızla erken seçime doğru gidilen bir ortamda siyaset adına kan akıtılır olmuştu.
Malûm: İktidarın (DP) “Vatan Cephesi”, muhalefetin (CHP+Hür P) “Güç Birliği” cephelerinde bütünleşmesi ülkede demokrasiyi anlamsız bir ortama doğru itti.
Filmin davamı yakın tarihimiz…
Hiçbir siyasal saplantıya kapılmadan bugün değerlendirme yapanlar “ne için, niçin kutuplaşma?” sorusuna doğru yanıtı:
“- Bir koltuk için değer mi?”
Gece değil, gündüz el feneri yakar mısınız?
Gülerler adama değil mi? “Deli mi bu?” diye sorar insan kendi-kendine… Çağın gerektirdiği her gereksim/ihtiyaç için “günlük/savuşturucu”, basit çözümleri önceleri ucuz gelir ama sonraları çok karın ağrıtır durumlar yaratır o toplumlar için…
Bu durumu durup-durup yaşıyoruz ne yazık ki… “Vatan Şairi” Namık Kemal’in bir şiirindeki dizeleri değiştirip şöyle söylüyorum şu sıralar:
“Ne efsunkâr imişsin ey didar-ı koltuk/Esir-i aşkın olduk, kurtulamadık esaretinden,”