Süleyman Şah Türbesi’ni Antepliler yaptı
Her gün Süleyman Şah’ın artık yıkılan, tarih olan türbesi ile yatıp kalktığımız için bilmenizi istedim; Süleyman Şah Türbesini Gaziantepli bir yapı şirketi yaptı; Yapsan Komandit Şirketi.
Artık ne komandit şirketler kaldı, ne de Yapsan…
Kuzenim Rasim Tuzcu, mimar, merhum Oktay Güzelbey ve mimar Zekai Dinçer’in ortak olduğu Yapsan Komandit Şirketi, 1970’li yıllarda Gaziantep’in önde gelen inşaat şirketlerinden biriydi. Satılık daire dışında önemli taahhütlere de giriyorlardı. Örneğin, Gaziantep Vali Konağını, Karakaya Barajını yapan İtalyanlar’ın sosyal konutlarını yapmışlardı.
Suriye Hükümeti bizi 1971 yılında uyarıyor, türbeyi nakledin, baraj altında kalacak, diyor. Üç ayrı yer teklif ediyor. 1971 yılı malum, hükümetin, siyasilerin böyle işlerle uğraşacak zerre zamanı yok! Uyarı sürüncemede kalıyor. Ancak son dakikada iş ciddiye binince Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ile Bayındırlık Bakanlığı ortak bir komisyon oluşturup işe sarılıyorlar.
İhaleye çıkacaklar ama zaman o kadar kısıtlı ki, bölgeyi iyi tanıdıkları varsayımı ile Gaziantep Bayındırlık Bölge Müdürlüğü (O zaman bölge müdürlüğü vardı) görevlendiriliyor.
İhale yoluna gitmektense, daha çabuk olsun diye 3 firmaya davetiye çıkarıyorlar. Neticede, entelektüel yapısı nedeni ile Yapsan Komandit Şirketi tercih ediliyor.
Bu iş için verilen bütün süre 6 ay! İlk kez yurt dışında bir proje gerçekleştirilecek. Bütün çalışanlar Türkiye’den; Antep ve Urfa’dan seçilerek pasaport alınıp gönderiliyor. Tabii bu işler o kadar zor ki, Rasim Tuzcu’nun Dışişlerinde bulunan Amerikan Koleji ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden arkadaşlarının yardım ve kolaylık sağlamaları ile mümkün olabiliyor.
Türbe yapımında işveren,uluslararası yasalara göre, Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği.
Yetmiş cente muhtaç olunan yıllar! Dışişleri kendi çalışanlarına ücretlerini ödeyemiyor ki, bu işlere para ayırabilsin!
İşin ilginç tarafı, o yıllarda Şam’a gitmek de bayağı bir macera! Çünkü Hama, Humus Müslüman Kardeşler’in kontrolünde. Her gün bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Yapsan yöneticileri, başka ara yollar bulup Şam’a ulaşmaya çalışırken, Türkmenler’le karşılaşıyorlar.
İngilizler’in Suriye’yi bölüp, güzel yerlerini verdikleri renkli gözlü Türkmenler bize kucak açıp, yardım ediyorlar.
Gördüğünüz gibi, kırk sene önce de durum aynı. Değişen hiçbir şey yok!
Şam’a ulaşıyorlar; elçilik yetkilileri dövizin ancak Beyrut’tan temin edilebileceğini, oraya gitmeleri lazım geldiğini anlatıyorlar.
O yıllarda, Beyrut da Beyrut yani! Gelişmiş bir Avrupa şehrinden zerre kadar farkı yok. Gece hayatı inanılmaz renkli. Revüler, gece kulüpleri, eğlence tam gaz!
Aklınıza kötü bir şey gelmesin! Yapsancılar, parayı Beyrut’ta yiyip, Antep’e elleri boş falan dönmüyorlar! Zira, iş 6 ayda bitmezse ağır müeyyide var.
Şam Hükümetinin gösterdiği yerlerden en güzeli olan, türbenin yapıldığı yer seçiliyor ve inşaat hemen başlıyor.
Türbe, tepenin başında, ışıklarla pırıl pırıl donatılıyor. Orası o kadar güzel bir görüntü kazanıyor ki, bölgedeki halk müthiş etkileniyor ve bu insanlara verilmiş bir mesaj olarak kabul ediliyor.
Fırat nehrinin üzerinde köprü olmadığından, malzemelerin o bölgeye kolay taşınabilmesi için Mürşit Pınar Özel Gümrük Kapısı açılıyor. Bütün malzeme, kum, demir, çimento, yontma taş, hepsi Gaziantep’ten götürülüyor.
Süleyman Şah Türbesi’nin yapımında Gaziantep Bayındırlık Bölge Müdürlüğü olağanüstü yardımcı oluyor.
Bu yazıyı yazarken, arkadaşlarım beni uyardılar. Doğan Özdinç de benzer bir yazıyı facebook’ta paylaşmış. Hikaye, aynı zamanda dostum Atilla Karaduman’ın sitesi ‘gaziantephaberler.com’ da yayınlanmış. Okudum. Arkadaşım Doğan, olayı bizzat yaşadığı için daha duygulu kaleme almış. O yıllarda zaten Yapsan’da kontrol mühendisi olarak çalışıyordu.
Süleyman Şah Türbesi 1975 yılında bittiğine göre, demek ki, ancak 40 sene yaşayabilmiş! Burası Ortadoğu! Yaşam süresi kısıtlı! Bakalım, yeni yerdeki Süleyman Şah Türbesi kaç sene dayanabilecek?
Vali Erdal Ata ile ilgili yazdığım yazıya olumsuz tepkiler de aldım.
Ata’yı şahsen tanımam. Hiçbir davetindede bulunmadım.
İki kez Karkamış Kazısı Başkanı Prof. Nicolo Marchetti’nin nezaket ve bilgi arzetmesinde arkadaşı olarak yanında bulundum, o kadar. Vali Ata, beni yolda görse tanımaz bile.
Benim onunla ilgili bütün bilgim doğrudan basından kaynaklanıyor. Çünkü, bütün yaptıkları, ziyaretleri, konuşmaları ve kamuyla temasları basında yer alıyor. Bunlar, kaleme aldığım yazı için yeterli karine oluşturuyor.
Eleştirilmem, Vali Ata’nın basına takındığı tavır ve verdiği değerle ilgili.
Bizim, bir zaman öncesine kadar gördüğümüz, yaşadığımız ve tecrübelerimiz yeni gelen valiler gazeteleri ziyaret eder, tanışır ve kenti tanımaya çalışırlardı.
Vali Lütfullah Bilgin zamanına kadar bu böyleydi. Halefi Süleyman Kamçı zamanında bu tavsadı. Vali Ata zamanında ise tamamen ortadan kalktı. Daha doğrusu yönlendirilmiş bir ziyareti bundan maada tutmak lazım.
Bu tutumun nedenini tahmin etmek zor değil. Valilere yakın çevreleri şunu empoze ediyor: “Aman efendim, gazetecilerden uzak durun. Mümkün olduğu kadar az muhatap olun!”
Gazetecilerin ve gazetelerin hepsinin kötü olduğu, muhatap olunmaması gereken kişi ve kurumlar olduğu söylenebilir mi? Bunun tabii ki, aksi de varittir.
Bütün avukatlar, doktorlar, sanayiciler iyi veya kötü denebilir mi? İçlerinde mutlaka iyileri de vardır, yanlış yapanları da.
Gazetelerin farkı, kamu görevi yapmalarıdır. Kamuoyu oluşturmada en önemli görevi üstlenen gazetecilerdir. Bu nedenle diğer sivil toplum örgütlerinden farklıdırlar.
Aslına bakarsanız, eleştirildiğim nokta olan ‘değer verme’ nüansı görecelidir.
Ben, bize değer verene, biz de değer veririz anlayışında değilim!
Benim yorumum, bu şehrin valisinin hizmeti, zarafeti ve kültürü ile kaimdir.