Naci Topçuoğlu

YAYINLAMA: 10 Mayıs 2015 / 20.00 | GÜNCELLEME: 10 Mayıs 2015 / 20.00

Yedi yıl olmuş aramızdan ayrılalı.

Naci Ağabeyle dostluğumuz Gaziantep Rotary Kulüp’te başladı. O Kilis’li, ben de Kilisliler’in damadı olduğum için aramızda doğal bir yakınlık oldu.

Otomotiv perakendiciliğinden sanayiciliğe Ünal Sünger Fabrikasını satın almakla başladı.

Yüksel tahsilliydi. Akademi mezunuydu. Mevzuatı, muhasebeyi iyi bilmesi, yatırımcılıkta önünü açan önemli etkenlerden biri oldu. Ama asıl özelliği vizyon sahibi olmasıydı. Cesareti ve girişimcilik ruhu onu kısa zamanda Gaziantep sanayisinin en üst katına taşıdı.

Bu bölgenin yatırımcıları, istisnalar hariç, genellikle yeniliklere açık değildi o zamanlar. Kim iyi para kazanıyorsa, ustasını ayartıp, benzer makinaları alıp rekabete girişirlerdi. Buna iktisatta ‘Koyun ekonomisi’ diyorlar.

Gerçekte böyle! Yoksa, 300-400 halı fabrikası mı olurdu? Makarnada, PP çuvalda da öyle değil mi?

 

Naci Topçuoğlu, sanayi fuarlarını gezmeyi öğrenmişti. Dünyadaki yenilikleri, buluşları ve teknolojiyi böylece yakından izleyebiliyordu.

Bir gün akşam yemeğinde bana Almanya’dan getirdiği PP iplik makinası broşürlerini gösterdi. Halı ipi üretmek istiyordu. O zaman halı, akrilik iplikten dokunduğu için PP ehven olarak kabul ediliyordu. Boya tesisi de kuracak, müşteriler yıllar sonra aynı siparişi verdiğinde yüzde yüz aynı renkte ip alabileceklerdi ve bu çok önemli bir aşamaydı. Ama yine de yatırımın başarılı olacağından emin olamadığı için dostlarına sormak gereği duyuyordu.

 

O akşam epey konuştuk, “Düşüneyim, sana fikrimi bir hafta sonra söylerim” demiştim.

Bir hafta sonra bir araya gelince, hınzırca gülümseyip, “Tamam kararımı verdim. Makinaları sipariş veriyorum” demişti.

O zaman ‘Zeugma’ diye aylık bir dergi çıkarıyorduk, arka kapağa Naci Ağabey’e sürpriz yaparak bir reklam koymuştum. “World Premiere-Dünya Galası, Entegre PP İplik Tesisi” gibisinden bir şeydi… Naci Ağabey’e cevabımı böyle vermiştim. Sonrası çorap söküğü gibi gitti. Ama daha anlatacak o kadar çok şey var ki, belki zaman ve zemin müsait olursa ileride yazarım…

 

Naci Topçuoğlu çok müşkülpesentti. Çok çalışırdı. Mükemmelliyetçiydi.

Candandı, samimiydi ama çalışılması kolay insan değildi.

OSB 2. Bölgede yol üzerindeki fabrikanın ön yüzeyini elden geçirmiş, görünümünü güzelleştirmişlerdi. Ama bahçe duvarı bir türlü yapılmıyor, görüntüyü bozuyordu. Kaç kez sordum, neden yapmıyorsun diye, hep çok güzel bir şey olsun diye düşünüyorum, demişti.

Aradan epey zaman geçtikten sonra baktım yapılmış. Ne olduğunu tahmin etmiştim! Yeğeni, şimdi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Topçuoğlu’na, “Helal olsun! Naci Ağabey’in seyahata gitmesini fırsat bilip duvarı yaptırdın galiba” deyince ikimizde katıla katıla gülmüş, “Napalım Abi, yoksa yapılacağı yoktu!” demişti.

Peki, gelince gördüğü zaman bir şey demedi mi?” diye de sormuştum. Bir şey dememiş, suratını biraz ekşitmiş, o kadar…

  

Çok titizdi. Nasıl oldu da, sağlıkla ilgili gereken önlemleri almadı, şaşırmıştım. Genç denebilecek bir yaşta ayrıldı aramızdan. Kimbilir, yaşasaydı, daha ne yenilikler yapacak, nelere öncülük edecekti.

 

Yalnız şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Çok mutlu bir aile yaşantısı vardı. Ama aşırı hassas olduğu için stres altında yaşadığını biliyorum. Her şeyi kendine dert edinen bir insandı. Sanayicinin işi zor, gerçekten çok zor. Konuşamadıkları, başkalarıyla paylaşamadıkları sorunlarla başetmek düşünüldüğü kadar kolay değil, maalesef! Hele böyle, ekonomik konjonktürün gerçek bir neden olmadan sık sık alabora olması yetmezmiş gibi bir de Antepli’nin dedikodusuyla başetmek çok zordur. Antepli adamı gözüyle, diliyle yer bitirir!

 

Herkesin sağlığına dikkat etmesi gerekir ama sanayicilerin iki kez dikkat etmeleri elzem, bence.

Neticede kimse bir şey götürmüyor öbür tarafa. Ama üç yıl önce, ama beş yıl sonra…

Kendi gitti, adı ve eserleri kaldı yadigar” dedirtebiliyorsanız, bundan daha mutlu ne olabilir…

Babasının adını yaşatan Naci Topçuoğlu Jr’a, muhterem eşi Necla Yengeye, Gülden’e, Fulden’e, Ali Abi’ye, Vedat’a ve Mustafa’ya tekrar taziyelerimi, iyi dileklerimi  sunuyorum.



HDP 9. sıra adayı Sorbon’lu

Hikayeyi bir arkadaşımdan dinledim.

Önemli bir meslek kuruluşunun toplantısına  HDP İl Başkanı ve milletvekili adayları da katılıyor.

Toplantı öncesindeki kokteylde arkadaşım, bir grup insanla sohbet ederken aralarına Güzel Koç isimli kadın milletvekili adayı katılıyor. Sohbet daha renkleniyor.

Arkadaşım, Güzel Koç’a mesleğini soruyor, o da avukatım, diyor.

Ne tür davalara bakıyorsunuz?” sorusuna da, “AİHM’le ilgili davalara bakıyorum” diyor.

Tebrik ederim, uzmanlık alanınız çok önemli, herhalde lisan biliyor olmalısınız” deyince, Güzel Koç da, “Evet, Fransızca ve İngilizce…” diye cevap veriyor.

Bizde, TBMM Milletvekilleri Kataloğu’nda herkesin İngilizce bildiği ama çoğunun bilmediğini bilen arkadaşım tekrar sormak gereğini duyuyor: “Fransızcanız ne düzeyde?

Güzel Koç, biraz sıkılgan, “Şey… Anadil düzeyinde…” deyince gruptakiler daha bir dikkat kesiliyorlar.

Uzatmayayım, Güzel Koç, ailesi Fransa’ya göçtüğü için orada doğmuş, Sorbon’da hukuk okumuş ve yine Sorbon’da yüksek lisans yapmış.

Güzel Koç, HDP’nin 9’uncu sıra adayı.

 

Grup’taki, Antep dışından gelen bir yüksek mimar konuşmaları dinleyip, Koç’un 9’uncu sıra adayı olmasını şaşkınlıkla karşılayınca, “HDP’nin ilk sıra adayı kim, o zaman?” diye sormak gereğini duymuş.

Sorunun cevabını herkes bildiği için benim burada yazmamın gereği yok. Ama size bir fıkra anlatabilirim.

 

Papa Hazretleri’nin çok ama çok önemli bir toplantıya katılması gerekiyormuş. Geç kaldığı için makam arabasına biner binmez şoförüne emretmiş: “Çok hızlı gideceksin, bu toplantıya zamanında yetişmem lazım!

Papa’nın şoförü olduğu için kurallara mutlak uyan İtalyan, Papa’nın ikazlarına rağmen zorlanmaya başlamış.

Bakmış olmuyor, Papa arabayı durdurup direksiyona kendisi geçerek, şoförü arka koltuğa oturtmuş.

Papa, çılgınlar gibi sürerken radara yakalanmış. Polis, arabayı kenara çektirip, ceza yazmak için yaklaştığında birden Papa ile gözgöze gelince rengi atıyor. Ancak, arkada birisi oturmaktadır ve ara cam renkli olduğu için kim olduğunu farkedemiyor. Direksiyonda Papa Hazretleri, arkada da birisi… Polis orada bayılıyor…

Diğer polisler arkadaşlarının yere düşüğünü görünce hemen yardıma geliyorlar, ancak Papa Hazretleri durumu açıklamak zorunda kalıyor!

Korkmayın, arkadaki zannettiğiniz değil, benim şoförüm” diyor.

Naci Topçuoğlu