Borcum da Bitmez Yaşa Tüysüz, Yaşa…
(Kadri Alay’a teşekkürlerimle…)
Yaz mevsimi bastırmış, sıcak günler yaşanıyordu. Tüysüz İsak erkenden dükkanını açmasına karşın geleni gideni yoktu… “Gözü kör olsun böyle şansın” dedi içinden. Sonra içini dışarı vurup kendi kendine konuşmaya başladı.
“-Ah akılsız kafam, hep sonradan mı gelecek bu aklım başıma” dedi. “ Has Cıvık Seza geldi, dükkanı senden ister, ver gitsin. Al parayı, öde borçlarını, kurtul ondan-bundan para istemekten… Ulan sen ne zaman akıllanıp adam olacaksın?” dediği sırada bakkal Kolsuz Kazım, dış kapıdan içeri:
“- Ulen Tüysüz, haydi bi altmış altı çevirelim de kalan tüylerini yolayım… Hem de saa diyceklerım var” diye seslendi
Kolsuz Kazım , Tüysüz İsak’ın “altmış altı oyunu arkadaşı” idi. Her gün akşam üzeri eve gitmeden Kalkanoğlu’nun kahvesinde az şekerli kahvelerini içerken altmış altı oynar, günü böyle tamamlarlardı.
Tüysüz İsak, daha öğle olmadan kendisini kağıt oynamaya çağıran Kolsuz Sabri’nin durumunu yorumlamadan sordu:
“-Ooolum Kolsuz, ne oldi, anahtarlari yitirdun da dükkanı mi açamadun? Hayırdur, sabah sabah altmış altı?”
“-Bilduğın gibin deyil” dedi Kolsuz, sonra, içeride eski bir ayakkabıya pençe çakmakta olan Tüysüz’ün yanıbaşındaki hasır tabureye oturup derdini anlatmaya başlayacaktı ama güven duymak istiyordu.
“-Bak her şey aramuzda kalacağına yemin et, ondan sonra…” dedi Kolsuz Kazım . Tüysüz tam güven vermek için yediği zeytinin yanındaki harcı ekmeğini sağ eliyle alıp iki gözünü üzerine tuttu. “Ekmek çarpsın… Mushaf çarpsın…” dedi.
Yeterli güveni aldığına inanan Kolsuz Kazım biraz da kendini acındıran bir sesle anlatmaya başladı:
“- Gardaşum ben bittım, mafoldum,” dedi. Sonra, iç geçirip nefeslendi, anlatmaya devam etti:
-Bak annatıyrım ama, bir yerde duyarım şerefime, Allah’ıma seni habu dükkanın içine sererım. Yahu gardaşım bu yaşıma geldım hiç böyle olmadi. Ne biçim hal vallaa, ben da annayamadım. Ya gardaşım benım erkekluğum gitti” dediği anda Tüysüz İsak kendini tutamayıp kahkahayı basınca, sokaktaki komşu dükkan sahipleri, oradan geçenler “-Ne oluyor?” merakıyla Tüysüz’ün dükkanına doluştu. Kolsuz Sabri anlatmayı kesti ama, gelenler “-Ne olıyı? Gülünecek ne var?” diye soruyordu.
Tüysüz, “-Bişe yok ya… Kolsuz dün akşam evın yoluni şaşirdi oni annatıyi de oğa güldum” dedi. Gelenler, “-Ula oğa hiç inanılır mi? Bir’e bin katar, annatır, sakın inanma” deyip çekip gittiler.
Tüysüz’le Kolsuz yine başbaşa kalmışlardı. Kolsuz Kazım, bir şeyler söyler diye Tüysüz İsak’ın gözünün içine baka kalmışken, sabredemeyip; “-Ula, hayde desana baa bişe!..” diye uyardı onu.
Tüysüz her zamanki sinsice gülümsemesini gösterdiken sonra;
“- Ula senın ki da dert mi? Benımkinın yanında solda sıfır kalır. Senın derdıne hiç olmazsa doktor çare bulur. Ya benımki? Saa bişey diyeyım, eczacı Sefer’ın kulağına soyler, senın derdıne çare buluruk. Ama ya benım halım?
Kolsuz bir süre sessiz kaldıktan sonra merakla sordu:
“-Ula nedır derdın daa, soylesana… Yapacaam bişe var mi? dedi. Tüysüz biliyordu Kolsuz’un durumunu. Onun için neşeli-neşeli anlatmaya başladı:
“- Ula gardaşım, biliysın uçan kuşa bile borcum var. Alacaklilar da bezdi daha gelıp istemeyler. Ama biliysın ben inanmiş adamım. Borçli ölürsam yanarım o dünyada. Allah’ıma yalvarıyrım borcum bitmeden canı mi alma. Borcum da bitmez, yaşa Tüysuz yaşa!” deyip bitirdiğinde bu kez Kolsuz Kazım makaraları boşaltıp;
“-Ula tüysüz sen işin kolayıni buldun, borç bitmeyecek sen da yaşayıp gidecesın. O zaman hayde benım derdım için eczacı Sefer’e gidelım…” dedi.
Kolsuz Kazım ve Tüysüz İsak eczaneden sonra günü, tüm dertlerden uzak Kalkanoğlu’nun kahvesindeki altmış altı partisiyle tamamlayıp evin yolunu tuttular.