Helmut Schmidt’le anılarım…
Yıl 1970.
Almanya’da öğrenciyim. Televizyonda haberleri izliyoruz. Almanya Şansölyesi Willy Brandt, Polonya’ya resmi ziyarette bulunuyor. Canlı yayın var.
Bugünkü gibi hatırlıyorum, Varşova’da ziyaret ettiği, Nazi askerlerinin öldürdüğü Yahudilerin anısına yapılan Yahudi Anıtı önünde aniden diz çöktü, saygı duruşunda bulundu.
O kadar ani gelişti ki, çok şaşırdık, birlikte izlediğimiz Alman arkadaşlarımdan biri, “Pantolonun dizleri berbat oldu!” diye yarı şakamsı yorum yapınca, “Dangalak, tarih yazıyorsunuz, farkında değil misin, biz de bu olaya şahit oluyoruz, yarın bütün dünyada yankılanacak, seninkiler hop oturup, hop kalkacak!..” demiştim.
Nitekim, Willy Brandt, Batı’yla gerginliği giderecek
‘Ost politik/Doğu politikası’ ile 1971 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
Aynı odayı paylaştığım Alman arkadaşım Peter, CDU’lu yani muhafazakar, sağcı partiliydi. Ben ise sosyal demokrat SPD’liydim. İkimiz de partilerin kayıtlı üyesiydik. Sabahlara kadar birbirimizi yer, tartışırdık.
Almanya’da Köln’de yaşayan rahmetli Mehmet Tüylü ağabeyde SPD’liydi. Beni parti toplantısına ilk o götürmüş, Willy Brandt ve Helmut Schmidt’le o tanıştırmıştı. İkisi de benimle ilgilenmiş, epey sohbet etmiştik. Onlara Peter’la tartışmalarımızı anlatmıştım. Peter’ı hemen tanıdılar. Ben de o zaman öğrendim, meğer CDU’lu ünlü bir ailenin oğluymuş.
Çok şaşırmıştım, hiç belli etmemişti, mütevazı bir çocuktu. Haliyle etkilendim, ona karşı sevgimde, duygularımda derinleşme oldu. Asil bir ailenin evladı olduğu zaten her halinden belliydi. Bana da derslerimde çok yardımcı olurdu. Özellikle bir şeyler yazdığım zaman ona okutur, imla hatalarını düzeltmesini isterdim. Yardım etmekten memnun olurdu.
Mehmet Tüylü ağabey bizim matbaamızda makinist olarak çalışırdı. 1960’lı yıllarda Almanya macerası çıkınca o da müracaat edip Köln’e Ford fabrikasına gitmişti. Yıllar sonra orada buluşmuştuk. Rahmetli babamdan sonra en sevdiğim insan oydu. Bir insan ancak bu kadar mükemmel olabilir, derdim, hep. Eşi Fatma yenge ve Mehmet ağabey bana olmaz iyiliği yaptılar, çok güzel günlerimiz geçmişti.
Mehmet Ağabey, işçi olarak girdiği Ford fabrikasında çok kısa sürede tercümanlığa yükseldi ve yönetimde yer aldı. Çocukları, Almanların bile gıpta ettiği, fevkalade eğitim aldılar, doktor oldular.
Helmut Schmidt’le tekrar birkaç kez daha 2-3 dakikalık süreler içinde bir araya geldik. Çok yakışıklı bir adamdı ve inanılmaz güzel Almanca konuşuyordu. Diyeceksiniz, adam Alman değil mi? Evet, Alman ama çok az Alman’ın o kadar güzel ve tok Almanca konuştuğunu hatırlıyorum.
Yıl 1972.
Petrol krizi geliyorum, diyordu.
(1970’de bir varil petrolün fiyatı 1.80 dolardı. 15 Ekim 1973 petrol krizinde 5.11 dolara, 1974’de de 11.65 dolara çıkmıştı.)
Şansölye Willy Brandt, Savunma Bakanı Helmut Schmidt’le, Şah Rıza Pehlevi’yle doğal gaz ve petrol satın alımını görüşmek üzere İran’a gitmişlerdi.
O zamanlar Şah Rıza çok ünlüydü. Gerçekten harika, dillere destan güzel bir kadın olan Süreyya’dan boşanıp Farah Diba ile evlenmişti. Süreyya, melezdi, annesi Almandı. Ancak çocuğu olmadığı için Şah Rıza hiç istemese de ailesinin zoruyla boşanmak zorunda kalmıştı.
Farah Diba’da güzel bir kadındı ama Süreyya doğrusu bambaşkaydı.
İşte, bütün Avrupa her gün Şah Rıza’nın kadınlarını okuyor, resimlerini görüyor, “Ah, of” çekiyordu.
Şansölye Brandt ile Savunma Bakanı Schmidt, İran dönüşü televizyonda bir programa çıkıp intibalarını anlattılar.
Herkes gibi ben de sanki futbolda final maçı izlermiş gibi heyecanla televizyonun başına oturmuştum.
İlk sözü alan Willy Brandt, “Şah, herkesin zannettiği gibi playboy falan değil. Çok zeki bir işadamı ve büyük bir devlet adamı” dedi.
Arkasından Helmut Schmidt, “Şah bize dilimizi yutturdu! Doğal gaz ve petrolü tabii ki parasını ödeyip alacaksınız, ama bu yetmez. Sizin Berlin Teknik Üniversitesi buraya gelip bize uygun müfredatla eğitim verip üniversite kuracak. Mercedes fabrikanız buraya gelip kamyon ve otobüs fabrikası kuracak. Buraya traktör fabrikası kuracaksınız. Aksi halde ben size petrol satmam!” dedi.
İrah Şahı Rıza Pehlevi, gerçekten büyük bir devlet adamıydı. Onun bu tarihi sözlerini de hiçbir zaman unutmadım.
Antep tabiriyle, “Dırnanı (tırnak) uzatmayacaksın” derler ya, Amerika adamı halletti! Yılanın başını büyümeden ezdi!
Bunlar Helmut Schmidt’le eski anılarım. Bir de beni Gaziantep’te ziyaret eden, Grand Hotel’in roof’unda yemeğe davet ettiğim eski Alman Savunma Bakanı Volker Rühe var. Onunla da Schmidt’i ve Kürtleri konuşmuştuk.
Bunlar hep güzel anılar, ama bir de Helmut Schmidt’in çok sonraları Türkiye’yle ilgili söyledikleri var ki, hep üzülmüşümdür.
Schmidt, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olma ihtimaline hiç olumlu bakmadı. Türkiye için, "Türkiye'ye adaylık statüsü verilmesi hatadır. Hatta Sevr Anlaşması'nın imzalanmış olmasına karşın Türkiye'nin bölünmemiş olması da bir hatadır" ve "AB'nin geleceğinde ne olursa olsun AB içinde Türkiye'nin yeri yoktur, 70 milyon Türk'ü Avrupa içinde dolaştıramayız... Adaylık statüsü verilmesi baştan beri hatadır" ifadelerini kullanmıştı.
2004'te Hamburger Abendblatt gazetesine verdiği demeçte de "60'lı yılların başında yabancı kültürlerden işçileri ülkeye getirmek bir hataydı" demişti.
Bunlarla ilgili yorum ayrı bir yazı konusu. Sırası gelince değineceğim.