Gazeteci hikayesi...
Tevellüdü pek eski olmayan, mesleğe de sonradan intisap eden genç bir gazete ortak sahibi arkadaşımız 500 bin liraya bir daire almış.
Bunu bana yeriyle, yurduyla, detayı ile anlatan arkadaşıma, “N’olmuş yani, alamaz mı?” diye sert çıkınca, “O zaman ağlayıp durmayın! Her fırsatta, gazetelerin gelirinin masrafa yetmediğini, bu mesleğin yapılacak hali kalmadığını söyleyip, bizi aldatmayın” dedi.
Ben de ısrar ettim: “Piyangodan para çıkmış olabilir. Kurumdan yararlanmış olabilir. Kayınpederi zengin olabilir. Daha aklıma gelmeyen bir sürü şey olabilir!..”
Baktım tatmin olacağı yok, ona gerçek bir hikaye anlattım.
Gençliğinde fırtına gibi esen bir gazeteci vardı. Ankara’da önemli gazetelerde çalıştıktan sonra Gaziantep’e gelip Sabah’ın da uzun müddet genel yayın yönetmenliğini yapmıştı. O zamanın şartlarında yaptığı mizanpaj İstanbul gazeteleri tarafından örnek alınırdı.
Neyse uzatmayayım, Güner Samlı ağabey bu şehrin yetiştirdiği en müstesna gazetecilerden biriydi son zamanlarına kadar!..
Güner Ağabey Ankara’da çalışırken çok ünlüydü. Bütün elçiliklerin kokteyllerine davet edilirdi. Kendisi solcu olduğu için asıl önemli davetler Rusya’nın etkisindeki Doğu Bloku Ülkeleri’nden gelirdi.
Ankara’da olduğum zamanlarda ben de mutlaka yanına uğrardım, mutat kokteyllere beni de beraberinde götürürdü.
O zamanın büyükelçilik kokteylleri müthiş olurdu. Bol içki, nefis yiyecekler ve neşeli sohbetlere doyum olmazdı.
Macaristan, Polonya, Çekoslovakya Büyükelçiliklerinde çok sayıda diplomat güzel Türkçe konuşurdu.
Güner Ağabey, Irak Büyükelçiliği’nin gözdesiydi. Saddam’ın emriyle bir ara elçiliğin basın müşavirliğini yapmıştı. O zaman Irak’ın ‘Şiir Festivali’ diye dünya çapında büyük bir etkinliği vardı. Hemen bütün dünyadan şairler, şiir sevenler, edebiyatçılar Irak’a davet edilir, büyük bir festival böylece Irak’ın sesini dünyaya duyururdu.
Beni de Irak’a götürüp Saddam’la tanıştırmaya söz vermişti ama çeşitli nedenlerle bir türlü gerçekleşmedi. Sonra da Güner Ağabey elçiliğin basın müşavirliğinden ayrıldı.
Saddam, o yıllarda en güçlü ve itibarlı devrini yaşıyordu. Her zaman hayıflanmışımdır, gidip göremediğim için.
O zamanlar Türkiye’de içki türü azdı. En önemli içki, bugün olduğu gibi rakıydı. Bunun yanında az bir miktar şarap, bira ve votka vardı.
Dillere destan ama çok pahalı olduğu için bulunmayan fakat efsane olan bir içki daha vardı: Viski!
Viski, zengin içeceğiydi!
Bu içkiyi tadanın sayısı çok az olduğu için viski hikayeleri çok yaygındı. İşte, tadı şöyleymiş, böyleymiş, bir duble bile insanı alır götürürmüş falan!..
Bir seferinde, öğleden sonra gideceğimiz elçilik kokteylinden önce Piknik Lokantası’nda öğle yemeği yerken Güner Ağabey’e takıldım: “Abi ya, senin için hep viski içiyor, diyorlar!”
Güner Samlı, solcu ve mütevazı bir gazeteci olarak bilindiği için viski içmek ne haddine! Sorum manidardı!..
Önündeki Piknik Birası’nı yudumladı, ağzını şöyle bir sildi ve lafı gediğine oturttu:
“Bak oğlum, solcular, her şeyin en iyisine layıktır. Anladın mı?”
Bunun ne anlama geldiğini o an anlayamadım. Ancak aradan epey bir zaman geçtikten ve çok düşündükten sonra Güner Ağabey’in bu veciz lafla neyi kastettiğini kavrayabildim!
Eğer önemserseniz, siz de düşünüp bir kanaate varabilirsiniz.
Yemekten sonra gittiğimiz kokteylde yine çok eğlendik. Çıkarken Güner Ağabey’e bir şişe Chivas Regal viski hediye ettiler. Hem de 25 senelik olanından.
Bu marka inanılmaz ünlüydü ve satın alınabilecek en pahalı viskiydi.
Çok ünlü olmasının bir nedeni de, İran Şahı Rıza Pehlevi yalnız bu marka viskiyi içermiş!
İşte, bu hikayeyi arkadaşıma ballandıra ballandıra anlattıktan sonra, son vuruşu da şöyle yaptım:
“Bak kardeşim! Gazeteciler her şeyin en iyisine layıktır!”
Zannedeceksiniz ki, arkadaşımın sesini kestim!
Maalesef öyle olmadı!
Kaldığı yerden devamla, “İnşaat müteahhidi bir arkadaşım bana sizden önemli birisinin her ay kendisinden en az bir daire aldığını söyledi. Bir başkası hatırı sayılır arsa zengini. Daha sayayım mı?” dedi.
Artık bunun da hikayesini başka bir zaman yazarım.