Kültür farklılığı
Buz dağına çarparak batan Titanik’ten bir hikaye anlatmak istiyorum.
Yapımına 1909 yılında başlanan bu dev yolcu gemisini 26 ay boyunca 11.300 kişi çalışarak inşaa etmişti. Geminin gövdesi 31 Mayıs 1911'de suya indirildi, ancak tamamlanması için bir yıl daha gerekecekti.
Titanik ilk seferine Southampton, İngiltere'den, New York City'e doğru 10 Nisan 1912'de hareket etti. Dört gün sonra, 14 Nisan gece yarısı bir buz dağına çarparak battı.
Böyle bir gemide bir Antepli olsaydı ve sağ salim kurtulup Antep’e dönseydi ne olurdu?
Ailesi, akrabaları, arkadaşları, komşuları ve daha bir sürü insan sevinç çığlıkları, geçmiş olsun dilekleri ile şehrin girişinde karşılar günlerce kutlaması sürerdi.
Titanik’ten sağ kurtulan bir Japon için hiç de öyle olmadı!
Titanik'te yolculuk yapan Masabumi Hosono'ya, gemi batarken kendisi bir yabancı ve 2. sınıf yolcusu olduğundan alt kata yani filikalardan uzağa gitmesi buyrulmuş, ancak Hosono o karışıklığın ortasında kendisini suya inmek üzere olan bir filikanın yanında bulmuş. Görevliler sadece kadınları ve çocukları filikaya alıyorlarmış. Suya indirilme emri verildiğinde filikada 2 kişilik yer varmış ve o sırada bir adam Hosono'yu geçip hemen filikaya atlamış, adamın yanında bir kişilik yer olduğunu gören Hosono o sırada bir seçim yapmak durumundaymış.
Yaptığı seçim filikaya atlamak, yani hayatını kurtarmak olmuş ama geriye büyük bir pişmanlık kalmış.
Titanik'ten kurtulan İngilizler ülkelerinde kahraman gibi karşılanırken Hosono'nun kurtuluşu Japonya'da hem hükümet, hem de halk tarafından büyük bir utanç olarak karşılanmış.
Bir süre Hosono'nun ailesiyle tekrar buluşmasıyla ilgili duygulu haberler yapılsa da kısa süre sonra medya Hosono'nun hayatta kalmasını korkaklık olarak nitelemeye başlamış. Amerikan gazeteleri de Hosono'nun hayatta kalması ile, gemide hayatını kaybeden zengin Amerikalı bir yolcunun, kadın ve çocukların yerini alıp hayatını kurtarmaktansa, en güzel kıyafetlerini giyip hizmetlisi ile kamarasında geminin batmasını beklemesini kıyaslamışlar.
Hosono ülkesinde düşmanca karşılanmış ve “önce kadınlar ve çocuklar” kuralına uymayıp Samuray ruhuna uyan onurlu bir ölümden kaçınmasından dolayı suçlanmış. Japonca'da ‘mura hachibu’ olarak tanımlanmış, yani toplumdan dışlanmış. Devlet memuru olarak çalışırken istifa etmeye zorlanmış, nefret mektupları almış, gazetelerde ve mektuplarda intihar etmesi gerektiği yazılmış. Bu kadar tepkiyle karşılaşan Hosono ise inzivaya çekilmiş.
1939'da ölene kadar hep büyük bir utançla yaşamış Hosono. Eşine yazdığı mektupta, en büyük korkusunun çok sevdiği eşi ve çocuklarını bir daha görememek olduğunu, bu yüzden filikaya atlayan adamı görünce ondan cesaret alarak filikaya atladığını belirtmiş.
Ne dersiniz? Bu Japonlar’ın bizden öğreneceği çok şey var!..
|
Araplarda kadınların adları yoktur. Kadınlara ya numara, ya da tip ve fizyolojik görünümlerine göre bir takım sıfatlar verilir. Örnekler:
Elif: Arap alfabesinin birinci harfi, aynı zamanda bir rakamını ifade eder.
Saniye: Sani Arapça iki demektir doğan ikinci kıza Saniye adı verilir. (Eski dilde ikinci; cümle içinde örnek fazında vermek gerekirse 'sultan mahmud-u sani.. yani ikinci Mahmut')
Tılte: Telat veya Türkçede selaseden türemedir üçüncü demektir. Bu isim Anadolu'da pek görülmez ama Harran'da Araplarda çok bulunur.
Raba: Arapçada dörttür. Rabia dördüncü demektir. Anadolu'da yaygın bir addır, geçmişte çile çekmiş bir İslam kadının adıdır.
Hamse: Arapça beş demektir Bu isim Harran yöresi Arapları dışında Anadolu'da pek bulunmaz.
Sitte: Harran'da yaygın bir isim olan Sitte Arapça altı demektir.
Sabe: Arapça yedi demektir, bu kelime çok değişiklik geçirmiş Sabiha olmuş, İbrahim Tatlıses Sabuha ifadesi ile kullanmıştır.
Her zaman ilk doğan kıza Elif adı konmaz, Bazen de Ayşe adını koyarlar, eve ilk gelen kıza evin iaşe işlerini çekip çevirecek gözüyle bakıldığı için Ayşe adı konulur, bazen aş pişirme beklendiği için Avvaş adı konuşulur.
Erken doğan prematüre kıza Hadice adı verilir, Hadice Arapçada erken doğmuş prematüre kız anlamına gelir.
Çelimsiz ve ufak tefek doğan kızlara Fatma adı verilir, Fatma Arapçada süt yanığı, süt kesiği anlamına gelir.
Koyu renkli doğan kızlara esmer anlamına gelen Semra adı verilir.
Biraz açık renkli ise aydınlık açık anlamına gelen Zehra adı verilir, iyice beyaz ise Beyza adı verilir.
Anadolu'da kadın numaralandırılmaz ve sıfatla çağırılmaz, Türklerde ve Anadolu'da kadın bir şahsiyettir, bir kimliğe sahiptir.
Hanımağadır, hanım efendidir, kraliçedir, Tanrıçadır. Arap kültürünün ikinci plana ittiği numaralı veya sıfatlı bir nesne değildir.
Ne dersiniz? Bu Araplar’dan bizim öğreneceğimiz bir şey olmasa gerektir!