Karnından konuşan ahali…
Suriye savaşının ilk aylarında Halep’ten gelen korkunç resimlere bakıp; bu kenti 5 bin senede yıkamadılar, şimdi birkaç ayda harabeye çevirdiler, tarihin en barbar, vahşi insanları bu devirde yani 21. yüzyılda yaşıyorlar, demiştim.
O zaman bana denseydi ki; dur bakalım, sıra size gelecek, aynı görüntüler senin ülkende de olacak, Suriye’nin o inanılmaz harabe halini senin ülkende de göreceğiz, yemin ederim asla inanmazdım.
Nusaybin’in, Sur’un o acıklı resimlerine bakarken hep Halep gözümün önüne geldi.
Binalar harabe de insanlar sağlam mı?
Gazetede dansçı Lisa Çalan’ın resmine bakıyorum; patlayan bomba Lisa’nın iki ayağını da uçurmuş! Robot insanların ayakları gibi iki protezin üzerinde duruyor. Yarım yamalak kurtulduğu patlamanın kurbanları için yapılan anma törenine katılmamadığı için, “Ben gelemiyorum, benim için çiçek koymayın, bir daha giyemeyeceğim kahverengi ayakkabılarımı bırakın” demiş.
Şehit cenazelerindeki çocuklara, kundaktaki bebeklere dayanamıyorum. Annelerin, babaların, eşlerin feryatlarını görünce vicdanım sızlıyor. Bundan sonraki çilekeş hayatlarını düşününce de insanlığımdan utanıyorum.
Bu mezalimin evlatları toplumla nasıl barış içinde yaşayabilirler, hep bunu düşünüyorum. Evlatlarını en verimli çağında kaybedenler, eşlerini, daha yuvalarının ne olduğunu anlamadan yitirenler ve en önemlisi bilinçlenmeye başladıkları zaman o çocuklar acaba ülkeleri ve içinde yaşadıkları toplum için ne düşünecekler, düşünmek bile istemiyorum, korkuyorum.
Bu iş nereye varacak, çok endişeliyim.
Pek yakında nüfusu yarı yarıya Suriyeli olacak bir şehirde yaşıyorum.
Ben açık yüreklilikle söylüyorum, bu kadar büyük yabancı bir toplulukla birlikte yaşamak istemiyorum. Benim gibi düşünenlerin, sesleri çıkmasa da, çoğunlukta olduğunu biliyorum.
Yönetenlerimiz, bunun bir devlet politikası olduğunu söylüyorlar. Ne biçim bir politikaysa bu, sesimiz pek çıkmıyor!
Bizim yavan bir alışkanlığımız var, karnımızdan konuşuruz!
Zaten en önemli organımız da karnımızdır. Orası için yaşadığımızdan orayı doldurur, söyleyeceklerimizi de oradan söyleriz……
Eh, durum böyle olunca da, müstehakız demekten başka elden bir şey gelmiyor.
Filikaya yakın olanlar!..
Geçen gün gazetemizin manşetindeki haberi okuyunca irkildim!
Olumsuz bir haberdi.
Olumsuz haber yapmak da şehrimizin yöneticileri ve otoriteleri tarafından kibarca yasaklanmıştı.
“Olumsuz haberlerin kime ne faydası var?” diye salık veriliyordu.
Oteller boş, esnaf perişan, halk huzursuz ama yine de bu olumsuzlukların haber yapılması âli menfaatlara uygun değil!
Peki, nasıl olacak bu işin sonu?
Bu zırvaları telkin edenlerin benden değişik düşündüğünü zannetmiyorum. Belki konumları icabı, benim gibi düşünseler de benim gibi konuşamıyorlar, yazamıyorlar.
Ancak, böyle olması benim onları mazur göreceğim anlamına gelmiyor.
Klasik laf, aynı gemideyiz, denecektir!
Doğru, aynı gemideyiz ama bazılarımız filikaya daha yakın.