İflas etmiş bir siyaset anlayışıyla...
İnsan, kısır döngüye düşmeye görsün, kolay kolay çıkamaz o anafordan... Çıktığında da bin yemin, bin tövbe eder bir daha böyle bir yanlışı yapmayacağına...
Ama fırsat kaçmıştır bir kere...
Çok şükür, 1950'den bugüne yapılan bütün seçimleri öncesiyle-sonrasıyla yaşadım.
1950'de iktidarda olan CHP'nin 14 Mayıs 1950 tarihinde yaşadığı sükutu hayali/hayal kırıklığını gördüm. Osman Bölükbaşı'nın da yalnız başına Kırşehir'i milletvekili olarak temsil ettiğini...
Seçim sonucundan emin olan CHP kadrosunun iktidar iken birden boşlukta kalışını düşününüz.
Herkeste bir şaşkınlık...
Acaba ne olacak?
Kimilerin kafasında, "Bunlar acemi, devlet yönetimini bilmiyorlar. Üç-beş ay sonra bırakıp giderler" görüşü...
Ama öyle olmadı.
ABD, Türkiye'ye yardım musluklarını açınca DP iktidarı nereden işe başlayacağının kararsızlığını yaşadı bir ara... Sanayi hamlesine, yeni yol yapımına başlandı. Ama bu arada, seçimden büyük bir yenilgiyle çıkan CHP'nin üzerine hemen gitmeyi ihmal etmedi, mallarına el koydu.
Halkevleri'ni kapattı.
1954 seçimlerinde DP büyük çoğunlukla kazanınca muhalefetin artık sözü çıkmaz oldu.
DP, artık büyük çoğunlukla iktidardaydı.
Ancak, TBMM'de Millet Partisi'ni (MP) yalnız başına temsil eden Kırşehir Millet Vekili Osman Bölükbaşı'nın yaptığı "tek kişilik muhalefet"e DP iktidarı yanıt verememenin acizliğini yaşadı o dönem. 1953 yılında MP laikliğe aykırı hareketten kapatıldı.
Bu yeter mi?
Bölükbaşı seçilmesin diye Kırşehir ilçe; onun ilçesi olan Nevşehir il yapıldı. Kırşehir, Nevşehir'e bağlandı. Yanılmıyorsam bu arada Bölükbaşı, bir davadan ötürü mahkum olup hapise atıldı. İçerdeyken milletvekili seçildi, yeminin cezaevinde yaptı ve çıktı, Meclis'e dahil oldu.
1957 seçimlerine giderken muhalefet kendi arasında toparlanırken, DP de "Vatan Cephesi" adı altında partililerini birlik olmaya çağırdı. O günlerde bugünün TRT'si yok. Muhalefet devlet radyosunu "Hükümetin borazanı" olarak görüyor. Her gün "Vatan Cephesi"ne, yani DP'ye yurt düzeyinde katılanların adları devlet radyosundan okunuyordu.
Arkasının nasıl geldiğini az çok herkes biliyor.
Anamuhalefet partisi Genel Başkanı İnönü'nü yurt gezilerinde nereye gitse önü kesiliyor, olaylar oluyor, Uşak'ta taşlanıp başından yaralanıyor.
Kısacası, istenmeyen/arzulanmayan bir siyasal ortam oluşuyor. İktidara ve muhalefete mensup parti sözcüleri; birbirlerini hakarete varan sözlerle aşağılama yarışına giriyorlar.
Ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesi...
Ve bu darbenin arkadan gelen yine askeri sarsıntılar...
Xxx
Siyasetçiler elbette demokratik düzenle ülkeyi yönetmek, insanını refaha, mutluluğa kavuşturmak amacıyla siyasete soyunurlar.
Sağduyu, demokrasi bunu gerektiriyor.
Bir de, geçmişin demokrasi deneyimlerinden ders çıkarmak görevi var siyasetçilerin...
Ama nerede!..
Siyaset kurumunun bugün içine düştüğü durumdan çıkış noktasını işaret edecek "Bilge siyasetçi"ye bu dönemde itibar edilmiyor.
Böyle uz görüşlü biri gelsin, ondan yararlanıp görüşünü alalım ihtiyacı duyulmuyor.
Herkes, ama herkes, siyasetçi-seçmen herkes; herşeyi biliyor bir ortamı yaşıyoruz.
Eskiden "Bir bilen..." olarak anılan Rahmetli Demirel de yok.
Ne yapsak acaba?
Xxx
Kurak geçen yaz mevsiminde, kör bir kuyunun başına toplanmış köylüler.
Köyün akıl babalarından biri;
"- Yahu susuzluktan ölüyoruz. Biriniz aşağı insin de su çıkarsın" diye öneride bulunmuş.
Bir diğer de;
"- Yok ya... Aşağı inecek, su getirecek öyle mi? Ne malum kör kuyuda su var. Ya aşağıda zehirli gaz varsa..." demiş.
Sonuçta; insin-inmesin tartışmasına kapılan kuyu başındakiler susuzluktan bihal olmuşlar.
Siyaseti, inan/güven kapısı olmaktan çıkaranlar utansın...