Çernobil olayı, siyasetçinin hal ve gidiş notu...
İnsanlar her yeni güne -öyle ya da böyle- hep umutla başlar. Başka türlü olsa, yani umutsuz olsa yaşamın tadı mı kalır?
O güne de insanlar, umut pencerelerini açarak başlayacaklardı.
Aydınlık, umut dolu, bir dünyası vardı her birinin...
Ama ne oldu, nasıl olduysa gece yarısı kent insanının yaşamı birden karardı, birden mutsuz oldular. Hiç unutulamayacak bir faciayı yaşadılar.
Ukrayna'nın Kiev kentinde Çernobil nükleer santrali patlamıştı
Aynı olayın bir benzeri İkinci Büyük Savaş'ta Japonya'da yaşanmış, insanlar ölmüş, iki büyük kent yerle bir olmuştu.
1945' de ABD, savaş halinde olduğu Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atarak utanç dolu bir insanlık dramının yaşanmasına neden olmuştu.
Savaş kuralları unutulmuş, 140+80=220 bin insan ölmüştü iki kentte.
***
Bu olaydan, yani Hiroşima ve Nagasaki dramından 41 yıl sonra Çernobil nükleer enerji santrali bakıma alındığı sırada bilgisizlikten, ihmalden, bakımsızlıktan ya da her hangi bir nedenle patladı, infilak etti.
Tarihin en büyük faciasını yaşadı insanlık...
Orta-Kuzey Avrupa, Balkan ülkeleri patlamadan etkilendiler.
O günlerde karayelden esen rüzgar ve yağan yağmur nedeniyle Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında yaşayan insanlar, hayvanlar ve doğa radyasyondan doğrudan etkilendi.
Radyasyon yüklü yağmur bulutu gökten günlerce yağdı insanların üzerine...
Korunma amaçlı olarak insanlara tehlikenin önemi yazılı ve sözlü olarak anlatıldı, aydınlatıldı.
O tarihte,Trabzon'da Kuzey Haber gazetesini yönetiyorum. Dışarıda karayelden rüzgar esiyor, yağmur yağıyordu o günlerde... Gazetede sürmanşetten "Radyasyon Trabzon'da..." başlığıyla haber yayınlayınca kimilerinin keyfi kaçtı. "Nasıl bunu yazarsınız! Böyle bir tehlike yok!" türünden sert telefon konuşmaları...
Ardından gelen kısa bir açıklama: Bölgemiz radyasyondan etkilenmedi.
Hükümet Cephesi de; resmî açıklamalarında habire Türkiye'nin radyasyondan etkilenmediğini bildiriliyordu, radyo ve televizyonlarla... Hatta zamanın Başbakanı ve Ticaret Bakanı, TV'de milletin gözü önünde konu mankenliği yapıp; izleyenlerin gözünün içine baka-baka, "Bakınız çayda radyasyon yok. İçiyoruz, siz de görün..." güvencesini, inandırıcılığını sergiliyorlardı.
Ama herşeyin yalan, kurgu olduğu anlaşılınca olan yurttaşa ve yurt ekonomisine olmuştu.
Üreticiden alınan çaylar sorun oldu, tonlarcası toprağa gömüldü.
Fındıktan karalahanaya değin her ürünün radyasyondan etkilendiği anlaşıldığında olan olmuş, iş işten geçmişti.
Olaydan nice sonra Doğu Karadeniz Bölgesi'nde kanser olayları yoğun şekilde yaşandı.
Sonuç; gerçekte insanlar radyasyondan etkilenmişken, resmiyette "Hayır, etkilenmedi!.." açıklaması yapıldığından kaç insanın kanserden öldüğü de meçhul kaldı.
Hala da bilinmiyor.
Yani, ilkokulda Alfabe'de okumuştuk, Çernobil olayı da; "yandı-bitti, kül oldu."
Allah göstermesin, olay Türkiye'de olsaydı etkilenen ülkelere tazminat ödemekten iki yakamız bir araya gelmezdi.
Ama o zamanlar, yalana kamuflaj derdine düşenler bu tazminat konusunu unuttular anlaşılan.
***
İnsanın en büyük illetinin/hastalığının ne olduğu konusunda bir görüşünüz vardır elbet.
Yaşamın getirdiği sorumluluklar ile dürüstlük; kurdukları arkadaşlığı bir ömür boyu samimi şekilde sürdürdüğü takdirde, insanın kendi ruh dünyası ve yaşadığı ortamla hiç bir sorunu olmaz. Ama ne zaman insanın; "dürüstlük" olgusuna şeytani virüsler bulaşırsa, işte o zaman yaşam tiyatrosunu ikili sahnede "gerçek-yalan" rollerini üstlenerek oynar.
***
Siyasetçinin sorumluluktan kaçarak ve de bahaneler icad ederek başarı sağladığını demokrasi tarihi bugüne değin yazmadı. Bundan sonra da yazmayacağını umarım.