Obez kentler ve dengesiz kalkınma...
Ekonomi bilimi ile Ticaret Lisesinde tanıştım. Nejat İnaltong (Rahmetli) öğretmenimin ders anlatımının da güzelliğiyle en çok bu dersi sever olmuştum o yaşımda... Okul sıralarında gazeteciliğe de merak salıp güncel ekonomi haberlerini, makalelerini de okuyunca, bu alandaki bilgi dağarcığımı zenginleştirmem çok daha kolay oldu.
Sınavlardaki klasik ekonomi sorularını, ülkemizin bu alandaki sorunlarıyla örnekleyip yanıtlamak benim için bir tutku olmuştu lise sıralarında.
Bunda, o dönem “aydınların dergisi” olarak tanımlanan FORUM dergisinde ekonomist Osman Okyar’ın, Ekrem Alican, Aydın ve Nilüfer Yalçın vd. bilim/siyaset adamlarının yazılarını sürekli okumamın büyük payı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Ekonomistler eskiden en çok “iç göçmenlik” olayının üzerinde çok ciddi anlamda durup, bu sorunun çözümü için kafa yoruyorlardı.
Şimdilerde "görünen köy tarif istemez" örneği yaşanıyor ülkemizde... Türkiye "kumsaati" gibi köylerden kentlere doğru boşalıyor.
Bir gerçek var ki; o da, “iç göçmenlik” olayı her ekonomide olması/gerçekleşmesi arzulanmayan/istenmeyen bir durumdur ekonomistlerce...
Türkiye, yüzyıllık bir süreçte, hala giderek artan bir iç göçmenlik olayını yaşıyor. Bu olumsuzluğun önünü kesmek için kimi zaman önlemler düşünüldü ise de; bunlar süreklilik kazanmadığı için hep başarısız sonuçlar alındı bu konuda.
Yaşanan acı gerçek; Osmanlı döneminden bu yana; insanımız "geçim kavgası" için nafaka uğruna gurbete taşınıyor ne yazık ki...
Bu nedenle de, günümüzde yanlış ve de dengesiz kalkınma hamleleri içinde giderek artan bir iç göçmenlik olayı yaşanıyor ülkemizde. Kentler her haliyle köyleşme sürecine girerken; öte yanda sosyo/ekonomik vb. bunalımlar yaşanıyor ülkede istemesek de...
Kalkınma Planlarının temeline -olumsuzluk olarak- “iç göçmenlik” gerçeği, sorun olarak yerleştirilmediğinden kırsal kesimden bavulunu kapan yurttaşlar haklı olarak geçim kavgası için hep büyük kentlerin varoşlarında soluklanıyorlar. Böyle olunca da; “kentsel yaşam” geleneksel özelliklerini yitirdi ve köyleşti, pek çok sorunlu acayip kentler oluştu kendiliğinden.
İç göçmenlik olayında -ister/istemez- cazibe alanı olan İstanbul, bu olumsuzluğu en çok yaşayan kent olma özelliğini kazandı böylece... Bu süreç, yapılan teşviklerle/yatırımlarla daha da boyut ve hız kazanıyor giderek.
Adana, Gaziantep, Mersin, Antalya, İzmir, Manisa, Bursa, Kocaeli, Ankara, Trabzon, Samsun, Kayseri ve daha nice kentimiz iç göçmenlik olayının sonucu olarak mimaride, sosyal yaşamda vb. alanlarda obez kimliğe doğru giderek yol alıyor.
Kentler eski kimliklerini yitiriyor.
İç göçmenlik olayı en başta sosyal yaşamın dengesini bozduğundan oluşan -içinden çıkılmaz- sorunlarla ilgili olarak İstanbul’u ne yazık ki kötü örnek göstermek durumundayız. Ülke ekonomisinin sosyal adalet dağılımınını “İstanbul örneği” maalesef en kötü/olumsuz şekilde/boyutta etkiliyor.
Tamam, İstanbul 18 milyonluk nüfusuyla ülke nüfusunun çeyreğini barındırıyor. Ama bu demek değildir ki, ülke ekonomisini “obez kent” olma kimliği kazanan bu kente tahsis edelim.
Terazinin iki kefesi var bilirsiniz. Ekonomik gücün/olanakların büyük bir bölümünü sadece bir kefeye koyarsanız sosyal/kültürel/ekonomik vb. dengeleri alt-üst eder, diğer kefeye yaşamsal değerler bulup koyamazsınız.
Sorunlara güncel çözümler bulup, bu sonucu büyütüp bayram havası yaratarak yaşıyorsak; bunun gelecekte yürekler acısı iç göçmenlik olayının bu ülke ve insanının önüne ne gibi sorunlar getireceğini bilmememizden olduğunu bir bilebilsek...