Bu demokrasi arayışıyla mı?
Kimi zaman yaşanan olaylar için "kabak tadı verdi" değerlendirmesi yaparız. Tabii ki bu değerlendirme herkese göredir, kişiseldir. Genel anlamda değer kazanması kamuoyunun bu durumu/olguyu paylaşması gerektiğini unutmamalıyız tabii ki...
Türkiye'de siyasal gelişmeler artı-eksi, ya da anot-katot kutuplar uçlarında geliştiği için ortak görüş, kamuoyu algısı bir noktada birleşemiyor/oluşamıyor nicedir.
Siyasal anlamda yaşanan rekabette hiç bir kimse karşı tarafı dinleyip olumlu ya da olumsuzlukları karşılıklı gündeme getirmek istemiyor nedense.
"Sen zot, ben zot, ata kim verecek ot" kısır çekişme ortamı.
Demokrasi tarihimizde çok kısa dönem esen ilkbahar rüzgarları dışında hep zemheri rüzgarının soğukluğu yaşanarak bu günlere gelindi maalesef. DP'nin kuruluş döneminin yaşandığı 1946 yılında CHP'den kopan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü'nün siyasal kırgınlıklarını hiç bir zaman mevcut CHP hükümetini aşağılama, mensuplarına hakaret etme noktasına taşımadı, böyle bir ifade kullanmadılar.
Demokrasinin ilk yıllarında siyasal rekabette centilmenlik birincil tercih oldu hep...
Muhalefet hiç bir zaman öfke kusmadı, hakaret yolunu seçmedi, demokrasi için temel taşı olacak söylemlerde bulundu.
İktidar da buna aynı tarzda yanıt verdi. Bu manzara ülke genelinde oluşan bir demokrasi panoraması idi.
Süt, yoğurt olması için mayalanmıştı. Ankara'nın yurt düzeyinde yaşanmasını arzuladığı demokrasi iklimi bu beklentideydi. Yani, demokrasi yoğurdunun üstü kaymak tutmuştu.
İlk görüntü hoştu, güzeldi, iştah açıcı idi.
Amaa...
Gel gör ki, tüm yurtta aynı demokrasinin ilkbahar iklimi maalesef esmiyordu.
İkinci Büyük Savaş'ın sıkıntılarını -dünyada yaşamayan mı vardı?- yaşayan yurttaşların kafalarına o günlerin yoklukları üzerinden propaganda tezgahını kuran alt tabaka siyaset bezirganları 1950 seçiminde DP'yi zafere(!) taşıdılar akıllarınca.
Bu çıkış aslında normal bir yükseliş değildi. Dikey bir yükselişti bu... Bir öfke, bir nefret ifadesi olarak demokrasi ile buluşmanın yarattığı bir bayram sevinci vardı ortada.
1954 seçimi daha baskın bir sonuç ortaya koydu.
Ama arkası?
Yardım muslukları kesilince sevincin, mutluluğun yerini öncenin kuşkuları alır oldu. 1957'den itibaren düşüşe geçen bir yaşam ortamı oluştu.
Arkası malum...
Darbe ve demokrasi arayışları...
1960 darbesinden sonra demokrasi arayışı rüzgarına kapılmış kafalarla bugünlere geldik.
Hep didişme...
Hep hizipleşme...
Hep kavga-gürültü...
Hala da öyle...
"Ali yapar, Veli bozar" anlayışıyla ülkede hep sükun, refah/mutluluk peşinde koşar olduk yarı yüzyıl.
Bir "Anayasa yapma hastalığı" rüzgarına kapılmışız, bir türlü iflah olan noktada bulunamıyoruz. Güya, Anayasa yaptık, şimdi var olan yasaları ona uydurmaya çalışıyoruz. Yani, yamalı bohça yapıyoruz.
Zamanı en ucuzundan harcamada kimse bizimle yarışamaz.
***
Hep yazdık, hep çizdik, hep söyledik.
Yineliyoruz...
Demokrasi anlayışı toplumda sadece belli bir kesimin kültürel inisiyatifine, algısına kalır ve öyle tecelli ederse...
Böyle bir uygulamada -çoğunluk olup- aynı algıyı kültürel anlamda yakalayamayanların varlığı; böylesi toplumların platonik/siyasal aşk yaşadığının işareti olur her zaman...