Zaman, yaşam ve demokrasi algısı...
KOPENHAGEN : 1953’den bu yana tam 64 yıl geçmiş... Bu benim gazetecilik yaşım. Zaman nasıl akıp gitti?
Anlayabildim mi acaba? Buraya gelmeden önce Türkiye'de iken, 64 yıllık süreçte gazetelere/dergilere/ajanslara yazdığım haberleri, röportajları ve karikatürlerimi kütüphanemde görünce dolu-dolu yaşadığımın farkına vardım.
Gazetecilik yaşamımda olsun, özel yaşamımda olsun; havasını soluduğum, suyundan, nimetlerinden yararlandığım bu toprakları severek, bu insanları düşünerek yararlı olmanın sevdasına kapılıp, mutluluk kapıları araladım kendime ve herkese...
Birileri görsün, takdir etsin, alkışlasın diye değil elbet...
İşte böylesi bir konuda gazetecilik sorumluluğumu benliğimde duydum ve yaşadım.
Şimdi, 64 yıl sonra görüyorum ki; öylesine çok, öylesine küçüklü-büyüklü mutluluk kapıları açmışım ki yaptığım haberlerle/ röportajlarla...
Benim mesleksel sorumluluğumdan doğan mutluluğum bu işte...
Ne kadar da isterdim, bu kupürlerden oluşan bir sergi açayım. Açayım da; 64 yıl sonra ülkemin/kentimin nereden nereye nasıl geldiğini yetişen yeni kuşaklar, kente yeni gelenler görüp öğrensin/bilsinler.
“Sonradan gelenler”; hazır buldukları hizmetlerin/olanakların “kendilerinden öncekiler”in bir hediyesi/fedakarlığı sonucu olduğunun farkına varamadığı sürece; yaşadığı ortamın nimetleri için ne şükretmeyi bilir, ne de gelecek için artı hizmet isteğini kafasında oluşturabilir.
***
Ne yazık ki bunu yaşıyor ülkem...
Zaman akıp gidiyor.
Her an akıp giden zamanı yeterince değerlendiremediğimiz için de; yaşam hanemize “zarar” olarak yazılan küçüklü-büyüklü “zaman dilimleri mezarlığı”mızın yaşamımızın ne denli önemli bir yitiği olduğunu bir anlayabilsek/bilebilsek.
Bilebilseydik, kim bilir daha neler katardık dünyamıza. Ama bunu bilen; yüzde üzerinden kaç kişi var bu toplumda?
“Zaman zararı” yaşamımızın utancı olmuş, bir kere ne yaparsın ki... Kimse de ayırdında/farkında değil maalesef. Böyle bir durumda; ayna önüne geçip kendisiyle bir sayışma/muhasebe yapabilen de olmaz elbet...
Böyle durumlarda toplumsal anlamda kısır döngü anaforuna kapılmışlık sürer gider... Tıpkı bugünkü gibi...
Siz, hiç gördünüz mü geçmişin zaman dilimlerini “zarar hanesi” ne yazmış bir kişinin pişmanlık çırpınışını?
Ben görmedim/göremedim.
Siz de görmediniz, tanık olmadınız biliyorum. Nedeni de, yeterli kültürel birikimi olmayan bir toplum olarak geçmişin hatalarını tekrarlamamak, aynı hataya düşmemek gibi bir “yaşam dersi” okumadık, yaşadığımız olaylardan bir ders çıkarmadık ki kendimize...
Altmış dört yıl öncesinin haberlerini ve fotoğralarını görünce bunları düşündüm.
Üzmüşsem bağışlayınız.
***
“Çok Partili Dönem”e, yani demokrasiye geçeli de yarım yüzyıldan fazla zaman oldu. Zaman boşuna akıp gitti.
Ve hala demokrasi adına cebelleşip duruyoruz.
Zaman öldürmekten ve birbirimizi batağa/çamura sokup çıkarmaktan başka ne yapıyoruz ki?
Siyasetçinin böyle bir hakkı olduğunu kim savunabilir? Çıksın ortaya söylesin...