Hakikati bilmek
Bir adam hakikati arıyormuş. Yolu bir gün bir Zen manastırına düşmüş.
Adam manastırın başındaki Zen üstadına gitmiş ve “Hakikati bilmek istiyorum” demiş.
Zen üstadı “Hakikati bilmek mi istiyorsun yoksa hakikat hakkında bilmek mi? Eğer hakikat hakkında bilmek istiyorsan sana o konuda bilgi verecek binlerce insan bulabilirsin. Onun için başka bir yere gitmelisin.
Ama hakikati bilmek istiyorsan burada kalabilirsin. Fakat bana bir daha asla soru sormayacaksın” demiş.
Adam “Ben buraya hakikati bilmeye geldim.
Burada kalmak istiyorum” demiş.
Zen üstadı “Bu manastırda 500 rahip yaşar. Ve bunlar her gün pirinç pilavı yerler. Bu günden itibaren mutfağın bitişiğindeki odada yaşayacaksın. Senin işin pirinç ayıklamak…
Başka hiçbir şey yapmayacaksın. Sadece pirinç ayıklayacaksın. Kimseyle konuşmayacak ve dedikodu yapmayacaksın.
Diğer rahiplerin giydiği elbiseden sana vermeyeceğim. Bir şeyi sakın unutma! Pirinç ayıklarken sadece pirinç ayıklayacaksın. Bütün dikkatini işine vereceksin.
Tek yaptığın ayıklamak olmalı. Yorulduğun zaman git uyu ve dinlen. Ama uyandığında gene aynı işi yapacaksın. Bir daha bana gelme. Gerektiğinde ben sana gelirim” demiş.
Adam pirinç ayıklamaya başlamış. Manastırda kimse onun varlığından ve yaptığı işten haberdar değilmiş. Rahipler dersler okuyor, egzersizler yapıyor ve aydınlanma hakkında bol bol sohbet ediyorlarmış.
Bu adam kimseyle konuşmuyor sadece işini yapıyormuş. Rahiplerden kendisini görenler bu adamın deli olduğunu düşünüyormuş.
Zamanla varlığı dahi unutulmuş. Bir eşya gibi algılanıyormuş. Mutfakta masa neyse bu adamda öyle biliniyormuş. Aradan tam on yıl geçmiş ve bu adam hiçbir toplantıya, derse katılmamış. Sadece pirinç ayıklamaya devam etmiş.
Pirinç ayıklarken başlarda eski düşünceler zihnine gelip gidiyormuş. Her eski düşünce zihnine gelince o pirinç ayıklamış. Yeni düşünceleri de hiç zihninde biriktirmemiş.
Bambu sopa ile pirinç başaklarına vurmak için sopayı havaya kaldırdığında zihni de havaya kalkıyor, sopayı aşağı indirince zihni de aşağı iniyormuş. Yemek yerken zihni de yemek yiyor, su içerken su içiyor, uyurken zihni de uyuyormuş. Böylece aradan 2 yıl daha geçmiş. Buraya geleli tam 12 sene olmuş ama bu zavallı adam hiçbir şey öğrenmemiş.
Halbuki bu süre içerisinde manastırdan bir çok bilgin yetişmiş. Bir çok rahip eğitimini tamamlamış ve oradan ayrılmış. Bu adam pirinç ayıklamaya devam ediyormuş. Pirinci ayıklarken zihnini de ayıklamış. Zihni artık durulmuş, berrak bir göl gibi dupduru ve dümdüzmüş.
Artık Zen üstadı epey yaşlanmış. Ve üstat öleceğini hissetmiş. Bütün öğrencilerini etrafına toplamış. “Ben yakında aranızdan ayrılacağım” demiş. “Ama ben ayrılmadan önce içinizden birisini halefim olarak atamak istiyorum.
Bunun içinde sizden bir şey istiyorum. Sizden istediğim şeyi başaran kişi benim halefim olarak benim yerime geçecek.
Sizden bir kağıt üzerine hakikat üzerine dört satır yazmanızı ve bana vermenizi istiyorum. Hakikat üzerine yazacağınız bu dört satır sizin deneyiminiz olmalı. Başka bir yerden, kutsal kitaplardan alıp yazmanızı istemiyorum. Kimse beni kandıramaz”
Bütün rahipler üstadı kandıramayacağını biliyormuş. Bunun için kimse yazmaya cesaret edemiyormuş.
Yazdıkları şeylerin başka bir kitapta, kutsal metinlerde olma ihtimali yüksekmiş. Sadece içlerinden bir öğrenci yazma cesareti göstermiş.
Bu öğrenci yazmasına yazmış, ama onu üstadına gösterecek cesareti yokmuş.
Bunun için de bu yazıyı manastırın bir duvarına gece karanlığında gizlice yapıştırmış. Sabah olduğunda üstat bu yazıyı görmüş.
Kağıtta “Zihin, düşünce ve sapkınlık tozlarını toplayan bir ayna gibidir. Aynanın tozu alındığında insan hakikate erişir” yazıyormuş.
Bunu yazan öğrenci adını yazmadığı için kimin yazdığı meçhulmüş. Aslında yazılan bu yazı doğruymuş, ama üstat bu yazıyı görünce bağırmaya başlamış. “Duvarı bu hale getiren kişi kim? Çabuk onu bulun ve bana getirin”.
Yazıyı yazan öğrenci hiç sesini çıkarmıyormuş. Herkes bu rahibi bulmak için koşturuyormuş. İki rahip, pirinç ayıklayan adamın yanından geçerken bu konuyu tartışıyormuş.
“Ne eşsiz, harika, enfes bir ifade! Zihnin, düşünce ve sapkınlık tozlarını toplayan bir ayna olduğunu ve aynanın tozu alındığında insanın hakikate erişeceğini yazmış. Üstat bu harika dizelere ‘aptallık’ diyor. Şimdi ne olacak? Üstadın yeri boş mu kalacak?”
Bu konuşmaları dinleyen pirinç ayıklayan adam gülmüş.
Öğrenciler adamın gülmesine çok şaşırmışlar. Çünkü daha önce hiç güldüğünü görmemişler.
Rahipler merak içinde adama “Neden güldün? Ne oldu?” diye sormuşlar. Adam “Hiç” demiş. “Öylesine işte”. Rahipler “Öyle bile olsa gülmenin bir sebebi olmalı. Lütfen bize açıklar mısın?”
Adam “Üstat haklı” demiş. “O adam duvarı mahvetmiş”. Genç rahipler daha da meraklanarak “Yoksa sen cevabı biliyor musun? Cevabı biliyorsan yaz” demişler. Adam “Ben yazmayı unuttum.
Ben size söyleyeyim siz yazın” demiş. “Zihnin aynası yoktur, nasıl toz toplasın. Hakikati bilen insan, hakikati bilir”.
Tam o anda uzaktan konuşmaları dinleyen Üstat gelmiş ve adama sarılmış. “Ben de tam bu günü bekliyordum. Sen benim son umudumdun” demiş.
Aydınlanma gerçekleşince zihin yavaş yavaş kaybolur. Zihin kaybolduktan sonra geriye kalan tek şey hakikattir. Sevgi hakkında binlerce kitap yazabilirsiniz. Ama sevmek farklı bir olaydır. Seviyorsan zihin kaybolur. Bir olgu hakkında çok şey bilmek farklı, onu yaşamak daha da farklıdır.
Yunus bu hakikati bulmak için tam 40 yıl Tapduk Emre dergahına odun taşıdı.
Eşitlik, adalet, kardeşlik türküleri söyleyen bazı insanlar bunu gerçekten özümsemeyebilirler. Nazım Hikmet bir gün hapse düşer. Bir mahkum yanına gelir ve “Abi bu komünizm nedir” der.
Nazım Hikmet cebinden iki lira bozuk para çıkarır ve birisini o mahkuma verir, diğerini kendi cebine koyar. “Komünizm budur, paylaşmaktır, bölüşmektir” der.
Aradan bir hafta filan geçer. Nazım Hikmet’e para gelir. Diğer mahkum elini Nazım’ın cebine sokar ve 100 lirayı paylaşmak için alır. Nazım anında adamın elini tutar ve adama bir tokat atar.
Adalet, sevgi, kardeşlik hakkında çok şey bilmeniz bir anlam ifade etmiyor. Önemli olan o değerleri hayatınızda yaşayabilmenizdir.
Aşkı yazmakla aşkı yaşamak aynı şeyler değildir. Aşık olursunuz ve o anda zihin kaybolur. Aptalca davranırsınız. Aşkın mantığı yoktur derler, doğrudur.
Sevginin de mantığı yoktur. Sadece seversiniz ve zihin sevgiye karışamaz. Bir şey hakkında bilgi sahibi olmak farklı, onu deneyimlemek çok daha farklıdır.
Dans etmeyi bilmenizle dans etmeniz aynı şeyler değildir. Filozoflar bilir, hocalar bilir, bilgeler bilir ama aydınlanmış insanlar, ermişler, dervişler deneyimler, yaşar, özümser.