Ben benim
Buda baş müridi, Ananda ile bir köyün yanından geçiyordu. Yol üstünde bir adama denk geldiler. Adam Buda’yı tanıyınca yanına geldi ve “Ben inanan birisiyim. Tanrıya inanırım. Siz de Tanrı’ya inanıyor musunuz?”
Buda adamın gözlerinin içine bakarak “Tanrı mı? Tanrı var olmuyor ki! Bu inanıp inanmama konusu da nereden çıktı?” dedi.
Adam bu cevap karşısında sarsılmıştı, çünkü Buda’dan böyle bir cevap beklemiyordu. Hemen Buda hakkında bir hükme vardı “Buda tanrı tanımaz, ateist olmalı” diye düşündü.
Buda’nın cevabı karşısında öğrencisi Ananda da şaşırmıştı. Ama ustasına bir şey demedi. Öğle vakti aynı köyden başka bir adam yanlarına geldi. “Ben bir Tanrı tanımazım. Ben ateistim. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz. Sizce Tanrı var mı?” dedi.
Buda “Sadece Tanrı vardır. Tanrıdan başka da hiçbir şey yoktur” dedi. Bu cevabı alan adam, “Buda inançlı birisi” diye düşündü.
Ananda yine çok şaşırmıştı. Sabah ki verilen cevapla şimdiki cevap çok farklıydı. Ananda’nın kafasında sorular uçuşuyordu. Akşama doğru başka bir köylü yanlarına geldi. Buda’ya “Tanrı var mı, yok mu bilemiyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz” diye sordu.
Buda hiç cevap vermedi. Sadece sustu. Adam gidince, Ananda üstadı Buda’ya “Sabahtan beri çok vesvese yaptım” dedi. “Nedir bu olan biten? Sabah bir şey dediniz. Öğle başka bir şey söylediniz. Ve akşam da hiçbir şey… Bu üç cevap birbiri ile çok çelişiyor”.
Buda “Fakat ben sana bir şey demedim ki! Neden dinliyorsun? Ben soru soran insanlara cevap verdim” dedi.
Ananda “Başka seçeneğim yoktu” dedi. “Sabahtan beri senin yanındaydım. Yaşanan her şeye şahit oldum. Üç adam aldıkları cevapla yanından ayrıldılar. Benim büyük bir sorunum var. Sen hangisisin?”
Buda “Ben sadece benim” dedi.
“Peki neden üç farklı cevap verdin” dedi Ananda.
Buda “Ancak anlamak istersen anlayabilirsin” dedi.
Bana gelip ‘Tanrıya inanıyorum. Tanrı var mıdır?’ diyen ilk adam inancına destek arıyordu. Ona inancının tersiyle cevap verdim. “Tanrı yoktur” dedim ki inancı sarsılsın, inancın etkisinden kurtulsun, özgür iradesi ile gerçeği bulsun.
İkinci adam, “Tanrı yoktur” tezi ile yanıma geldi. Kendi inançsızlığı için benim onayı mı istedi. Ben ona “Tanrı yoktur” deseydim inançsızlığı daha da güçlenecekti. Bense her inancı yıkmak isterim. Bu yüzden ona “Tanrı vardır” dedim. Onun körü körüne inancının önüne geçmek istedim. Neye olursa olsun körü körüne inanan insan, o inancın kölesi olur. İstedim ki inançsızlığını dahi araştırarak seçsin. İnanca saplanıp kalan insan asla hakikati bulamaz.
Gelen üçüncü adam ise inanç sahibi değildi. Tanrının olup olmadığı konusunda inancı yoktu. Bilememesinin iyi olduğunu düşündüm. Böylece sessiz kaldım. Bu şekilde bilmeye başlayabilirdi”.
Özgür irade ile bulunan inanç çok güzeldir. Babanızdan, dedenizden gördüğünüz dine inanırsınız. Hiçbir zaman sorgulamazsınız. Dedeniz ineğe tapıyorsa siz de “Dedemin bir bildiği var ki ineğe tapmış. Ben de aynı yolu takip edeyim” dersiniz.
İneği gördüğünüz zaman idrarını içersiniz. Bir inancın binlerce yıldan beri süregelmesi onun doğru yada gerçek olduğu anlamına gelmez. Sünni ya da alevi olursunuz. Peki neden? Çünkü büyükleriniz böyle bir yolu tercih etmişler. Ama siz dedeniz ya da büyük büyük dedeniz değilsiniz ki! Aileniz Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi olabilir. Çocukluktan itibaren inanç sistemleri size öğretilir ve siz hiçbir zahmete katlanmadan bu inanç kalıplarını kullanmaya başlarsınız. İşte olması gereken her inancın sorgulanmasıdır.
İnancını sorgula düşüncelerin, duyguların, mantığın seni bir yaratıcıya götürüyorsa inan, götürmüyorsa inanma. Ya Yunus gibi gülün kokusunda, renginde, şeklinde, güzelliğinde Allah’ı gösteren izler, emareler bulursun yada Karl Marx gibi “Din afyondur” diye yaşarsın. Karl Marx “Din afyondur” dediği için dine düşman olma. Yunus “Bana her şey Allah’ı hatırlatıyor” dediği içinde dindar olma. Kendin araştır ve kendi kararını kendin ver. Taklitten vaz geç tahkik et. Araştırıp kendi gerçeğini, hakikatini bulduğunda dünyanın en mutlu insanı olursun.