Yerinde saymak...
Her zaman boşa giden emeklere hayıflanmışımdır. Yakından tanıdığım bir sanal piramidin başından geçenleri hatırlıyorum.
“Evvel zaman kalbur saman içinde iken korsan ve haydutların cirit attığı Akdeniz sahillerinde diğer hanların yanında bir kaç Telli adı verilen hanlar zinciri varmış. Bu telli hanların her birinde bir hancı, hana gelip konaklayanlara hizmet eden bir sürü ecir varmış.
Amma bu hanlar bildiğiniz hanlardan değilmiş. Zaman içinde hancılarla ecirler çok dayak yemişler, birbirlerine düşmüş, itişip kakışmışlar, birbirlerini gereksiz yere üzmüşler. Sonraları bakmışlar bu kavgadan hepsi birden kaybediyorlar, akıllarını birleştirip hayırlı işlere girişelim demişler.
Misyonlarını, vizyonlarını, kalite anlayışlarını, iş görme usullerini üşenmeden düşünmüşler, yazmışlar ve bunları tablete işletip kralın sadrazamına bağlı usulcü başına da onaylatmışlar. Bunu yapan da ilk han olmuşlar.
İçeriden birileri de bu başarıyı kutlayacaklarına, gölgede saklı kalmasına özen gösterirlermiş. Böylece başarı, doludizgin dizginlenerek yolcuları çekmek, eldeki fırsatı paraya dönüştürmek için kullanılmaz olmuş. Hatta uzaktan uzağa “Ne gereği var sanki boyumuz mu uzayacak!” diye de eleştirilirmiş. Günün birinde birçok ilk uygulamaya imza atılmasına önderlik yapan hancı başı başka bir iş tutmak üzere ayrılınca, tüm telli hanların başına da ne hikmetse daha önce kıratı bilindik, kuyruk acılı birini “Yaramazlara mukayyet olsun” diye koymuşlar.
Günler geçmiş handa işler kesatlaşmaya başlamış. Artık eski yolcular gelmediği gibi yavaş yeni gelmesi beklenen yolcularda ufak ufak ayaklarının çekmeye başlamışlar. İşsizlik ya bu, kimsenin başına gelmesin, handakiler hemen çare düşünmüşler ve önemli gördükleri konulara el atmışlar.
Önce sükûneti kıralım, harekete kazandıralım demişler ve incir çekirdeğini doldurmayan konularda takaza çıkarıp bir bardak suda fırtınalar yaratmaya başlamışlar. Bu derhal bir canlılık kazandırmış. Artık az sayıda yolcu ile uğraşmak yerine birbirleriyle didişmeye, tüm enerjilerini fasa fiso konulara harcamaya başlamışlar.
Bu devrim niteliğindeki buluşlarını geliştirmek için de bir kaç tedbir almışlar: Konuları bir araya gelerek görüşmek yerine ikili dedikodu, dertleşme, “Kim neye nasıl yan baktı”, “Ben yaptım oldu, itirazı olan var mı?” ve “Astığım astık kestiğim kestik” muhabbeti ile halletmeye başlamışlar. Şikâyetler ayyuka çıkmaya başlayınca da bunları yaratan nedenleri ortadan kaldırmak yerine “Başıbozukluk her tarafı sarmış, ben çamuru atayım, karşıdaki temizlesin” deyi düşünmüşler.
Velhasıl-ı kelam hanlarda bir bezginlik, bir bıkkınlık, bir keyfi idare hâkim olmuş. Artık hancıya ve ecirlere oturmak için sandalye yerine bir deste diken dağıtılmaya başlanmış.
Dünya saat yönünde dönerken onlarda ters saat yönünde dönmeye devam etmişler. Bir yıl geçmiş, iki yıl geçmiş. Bilgeler oturmuşlar bakalım “Geçen yıl dönme yönümüz” neydi demişler. Uzun uzun bakmışlar, hancı başını, hancıyı, ecirleri dinlemişler. Bir kaç yıl bakmış, bakmış ve sonunda Dünya Bankası uzmanın da yardımıyla bir arpa boyu gittik ama o da geriye doğru demişler. Hanı çalışanlarına değil de bir ele devredip dertlerinden tamamen kurtulmuşlar.
Onlar çıkmış kerevetine biz bakalım işimize...”
Sahiden de çok acıklı. Boşuna kürek çekme dedikleri böyle yapılıyor olsa gerek.