Çağ atlama
Dönüp geriye bakıyorum.
Büyük Türkiye rüyaları yanlış hatırlamıyorsam, 1950’li yıllarda “Her mahalleye bir milyoner!” sloganı ile başladı. Bu rüyalar 1980’li yıllarda Orta direk!, 1990’larda Herkese iki anahtar! ve sonraları Herkese iş, eş, aş! Halini aldı. Bu düşlerimizin bir kısmı gerçek oldu.
Bırak her mahalleye bir taneyi, çoluk çocuk hepimiz bir Amerikan köftesi yemek için bile multi–milyoner olmak durumunda kaldık. Bazı uçuk düşlere mektep medrese görmüş orta direk geçit vermiyordu, başarılı bir operasyon ile çare üretildi, orta direk tamamen ortadan kaldırıldı. İki anahtar bekleyenler, ellerindeki tek anahtardan da oldu. Herkese iş, eş ve aş vaadi vatandaş, Herkesin işi, aşı ve eşi kendine olduğunu düşündüğü için olsa gerek pek rağbet görmedi.
Bu ülkede iş yaşamı nasıl gelişti ki?
1960’lı yıllarda “Akıl defter, cep kasa”; 1970’li yıllarda “Bir kasa, bir masa”; 1980’li yıllarda “Bir metres, bir Mercedes”; 1990’lı yıllarda “Biri depodan, dokuzu repodan”, evrelerinin başarı ile geçti.
2000’li yıllarda, geçmişteki üstün başarılarının hesabını birkaç katıyla ödemek; ektiklerinin hasadını toplamak durumunda kalan iş yaşamı, siyasetçinin “Çıkar kavgayı, boz arayı; çıkar yasayı, al avansı,” politikası altında Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir diplomalı işsizler ordusu yaratarak yaşamayı sürdürmeyi “Seve seve olmasa bile, seve sevile,” öğreniyor.
Gerçek şu ki iş yaşamındaki en son badirede baş ve baş altı (yardımcı) rol oyuncularını pek az, sıradan rollerdeki aktörlerin ve figüranların (konuşmadan rol alanların) çok ama çok canı yandı.
Peki, bu iş yaşamındaki çağ atlama nasıl bir kültürel oluşum içinde meydana geldi?
O, 624 yıllık bir dünya imparatorluğunun şaşalı günlerine kadar dayanan uzun bir hikâye, bir kısmını daha önce anlattım.