Zıtlaşma
Olmaz efendim, olmaz...
Audi Quattro marka bir arabanın içinde beş kişi gümrük kapısına gelir. Gümrük memuru eğilir içeri bir bakar ve sonra arabanın etrafında bir dolaşır. Sürücünün başına dikilir, arabanın ve yolcuların belgelerini alır, uzunca bir süre inceledikten sonra konuşur - “Beş kişi giremezsiniz.”
Arabanın içindekiler önce şaşırır, sonra itiraz ederler – “Niçin, giremeyelim?”
Gümrükçü direnir - “Ben quattro sözünün dört demek olduğunu biliyorum. Siz beş kişisiniz, olmaz.”
Arabadakiler gümrükçüyü ikna edemeyeceklerini anlayınca bir çözüm arayışına girerler. - “Sen, bize şefini göndersene.”
Gümrükçü gururlu bir eda ile cevaplar- “Gelemez, biraz önce bir Fiat Uno ile iki kişi geçmeye kalktı, onlarla uğraşıyor.”
Arabadakiler son bir ümitle yeniden sorarlar – “Peki, gümrük müdürü ile konuşabilir miyiz?“
Bu sefer memur daha da kasılarak kestirip atar – “Bak, o hiç olmaz zira biraz önce bir Citroen Picasso yakaladık, onu jandarmaya teslim etmeye gitti.”
İki veya daha fazla sayıda kişi veya grup arasında çıkan barış hali ile harp haline kadar değişen geniş bir ölçekte bulunan fikir ayrılığına, uyuşmazlığa anlaşmazlık deniyor.
Anlaşmazlık, uyuşmazlık, uzlaşmazlık, karşı çıkma, küsme gibi barış hali ile birbirine sözlerle hakaret, yumruk yumruğa kavga, öldürme niyetiyle saldırma gibi harp haline kadar uzayan bir ölçekte değişik şiddette meydana geliyor.
Anlaşmazlığı daha iyi ifade eder diye kimi zaman çatışma sözcüğü kullanılıyor. Çatışma, bence anlaşmazlığın açığa çıkmış ve en uç hali. Her anlaşmazlık çatışmaya dönüşmüyor. Eğer çatışmaya dönüşecek ise anlaşmazlığın olgunlaştığı bir de çekişme halinden geçiyor. Çekişme gizli kapaklı olur, ama çatışma sözlerde olsa bile üstü örtülü olamıyor.
Aşağıdaki zıtlaşmalara çok rastlıyorum -
“Benim dediğim doğru, senin dediğin yanlış!... Benim dediğim olacak! ... Hayır, asıl benim dediğim olacak! ... Ama benim yöntemim daha doğru!... Nereden biliyoruz?... Benim yöntemim daha doğru! ... “
Bu zıtlaşma yeterince harcanacak zaman varsa bazen tam mutabakatın sağlandığı bambaşka bir duruma dönüşebiliyor -
Biz de yatacağız!
Günlerden bir gün bir bedende organlar arasında kavga başlar. Birçok organ göbeği suçlar, onun rahatına bakarak baş kaldırırlar - “Herkes sana çalışıyor, sen ense yapıyorsun, bizde sana ekmek vermeyeceğiz.”
Ayaklarla bacaklar kızgındır - “Göbeği taşıyan benim, çok yoruluyorum, ayaklarıma kara sular iniyor, göbek ise salına salına keyfine bakıyor, bir yağda bir balda, atıştırıp, sürekli yatıyor...”
Kollarla eller - altta kalır mı, onlarda ayaklara katılır - “Bizi düşünen yok, sırf göbeğe çalışıyorum, her ikimiz de atıştırmaktan ağza gidip gelmekten yorulduk, bitap düştük...”
Ağız da en az onlar kadar dertlidir – “Ya benim durumuma ne demeli. Açıp kapamaktan, çiğnemekten yutmaktan öldüm bittim...”
Bu anlaşmazlık sonucu el artık ağza gitmemeye, gitse bile bir tek yiyecek olsun götürmemeye başlar; ağız, ağzını bir kaparlar ki açana aşkolsun, dişler zaten fırsat bekliyor, onlarda hemen eyleme geçerler.
Arada bir kaç hafta geçer, mideye yiyecek gelmediği için beden erimeye, gücünü yitirmeye başlar. El yerinden kalkamaz olur, dişlerin eti çekilir, ağız deseniz dermansızlıktan açıp kapanmaz olur, gözlerin feri söner, ayaklar pes eder, kalp bir atıp iki atlamaya başlar.
Sonunda, beyin duruma el koyar - ”Ne yapıyorsunuz, hepiniz birbirinize muhtaçsınız. Biriniz iş yapmadı mı hepiniz etkileniyorsunuz. Hiç birimiz bir diğerimizden önemli değiliz. Gelin bu akılsızlığı bırakın, uyum içinde çalışalım. Kaybedersek hep beraber kaybedeceğiz, kazanırsak hep beraber kazanacağız.”
Bunun üzerine tüm organlar hepsinin bir bedende eşit derecede önemli olduğunu öğrenerek, birbirine eleştirip, birbirlerinin önünü kesmek yerine birliktelikten yararlanmayı öğrenerek işlerini canla başla yapmaya yeniden başlarlar.
Birliktelik doğal olarak birlikte yaşama zorunluluğu veya moda tabirle “birbirine alışma” sonucunu ortaya çıkabiliyor.
Yaşantı da böyle olmuyor mu?