Karşılıklılık ilkesi
Hangisinden olsun?
Ormanlar kralı bir aslanın bir gün canı sıkılır, oflar, puflarken aklına başdanışmanı tilkiyi çağırmak gelir. Tilki huzura çıkınca ona derdini anlatır.
Tilki bu ya, hemen akıl verir - ”Efendimiz, Tavşanı çağırın, ona “Kravatın nerede?” diye sorun. Tavşan nasılsa cevap veremez, siz de onu bir güzel döversiniz, canınızın sıkılması biter.”
Aslan akla uyar, Tavşanı çağırıp, Tilkinin söylediklerini tekrarlar. Tavşan, şaşkın dili tutulmuş bir şey diyemez, yediği temiz dayakla kalır, ama akıllanır hemen bir kravat edinip, sürekli kravatla dolaşmaya başlar.
Ertesi hafta Aslanın gene canı sıkılır. Tilkiyi huzura çağırır, “Ne yapayım?” diye sorar. Tilki, uyanık ya, “Aman efendimiz“ demiş, “Tavşanı gene çağırın, bu sefer “Niye kravatla dolaşıyorsun? deyin, gene cevap veremez, bir güzel döversiniz.”
Aslan tavsiyeyi kaçırır mı hemen uygular. Tavşan biçare gene yediği dayakla kalır. Bir sonraki hafta, hikâye bu ya, Aslanın gene canı sıkılır. Tilkiyi emreder.
Tilki bu seferde “Nasılsa tavşan üzerine oynanan oyun tuttu,” diye bir akıl daha verir. “Tavşanı çağırın, ona fıstık almasını söyleyin. Hangi fıstıktan getirirse getirsin siz, ‘Niye bunu getirdin, diğerinden getirmedin!’ diye gene temiz bir dayak atarsınız, canınızın sıkıntısı geçer.” Aslanın aklı yatar, tavşanı huzura kabul edip, ”Çabuk git bana fıstık getir!” diye kükrer.
Tavşan, “Baş üstüne kralım,” diyerek kapıya doğru yönelir. Tam kapıdan çıkmadan önce döner ve sorar - “Antep mi, Siirt mi yoksa Amerikan mı istersiniz?”
Öğrenme heveslisine ileti ticaretinin faydası çok olabiliyor.
Günlük yaşantısını yaşamı boyunca 500 sözcük ile doyasıya, dopdolu sürdüren bir kişiyi, öte yanda aynı yaşantıyı 30,000 sözcük haznesi ile bu kişiyle beraber paylaşmaya çalışan bir kişiyi düşünelim. Bu iki kişi karşılaştığında ne olur?
30,000 sözcük bilen kişi karşısındakini 60 kere katladığını mı düşünür yoksa kendini 500 sözcük içinde hapsedilmiş gibi mi hisseder? İletişim kurmak istiyorsa ikinci konumun acı gerçeği içinde kendini duvardan duvara çarpıp duracaktır. Bu kişi ne kadar bildiğinin değil karşı tarafa ne kadar aktardığının önemli olduğu gerçeğini zoraki yakalayacaktır.
İletişim, son on yılların en çok konuşulan, ancak en az başarılabilen bir iş. Herkes müthiş iletişim kurduğunu sanıyor veya iletişim dehası sergiliyor. Profesyonel tiyatroculardan iletişim dersi alan veya iletişim kitabı okuyarak öğrenmeyi çaktırmadan ucuza getirip kendini iletişim uzmanı sayan anlı şanlı çok sayıda insan var. İnsan, özellikle tercüme veya telif (bu sözcük sağdan soldan derleme, toplama demektir) tarzında beden dili üzerine yazılan kitapları okuyunca bir an için kendini rüya tefsir kitabı okuyormuş gibi hissediyor. Bu kitaplara bakınca insan “Beden yoluyla verebileceğimiz ne kadar mesaj varmış ta çoğundan haberdar değilmişiz.” demeden edemiyor.
Bu öğütlere güvenerek yola çıkmak büyük hata çünkü bu telif kitaplar çoğunlukla sadece başka kültürlerde geçerli olan görgüyü ve bilgiyi içeriyor – “Yokuş çıkana yol vermek, kadınlara öncelik tanımak, elleri yıkamadan yemeğe oturmamak, başkasının sözünü kesmemek gibi, farklı görüşleri sabır ve hoşgörü ile dinlemek, ikna şeridinin her zaman dayatma şeridinin solunda olduğu gibi...”