Toplumsal cinnet

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Patlamaya hazır birer el bombasıyız hepimiz. Pimi çekilmiş ve kalabalığın ortasına atılmış bir el bombası!

Kıracak kalpler arıyoruz kendimize. Belki daha da ötesi, dağıtacak suratlar, kırılacak burunlar arıyoruz.

Kan ve vahşet dolu görüntüleri birbirimizle paylaşırken, eskiden içimizde oluşan acıma, korku ve üzüntü, yerini patolojik bir ruhsuzluğa bıraktı.

Bir trafik kazasında veya patlayan bir bombanın sonrasında, parçalanmış insan bedenlerini, acımadan, üzülmeden, titremeden izleyebilen insan yığınlarının kalplerindeki merhamete ne oldu?

Bırakın düşmanını öldürenlerin gözlerindeki o nefreti, bizler, kendi öz çocuğunu, karısını, anasını, babasını öldürürken en ufak bir merhamet kırıntısı taşımayanları nasıl açıklayacağız?

Bu kalabalık yığınlar arasındaki küçücük çocukların bile, parçalanmış insan bedenlerinden ürkmemesini, sosyal bilimciler acaba nasıl açıklarlar? Oysa bizler değil miydik, azıcık dizimiz kanadığında iki elimizle yüzümüzü kapatıp, o sızan bir damla kanı görmekten kaçınan!

Bu yazıyı yazarken bir son dakika haberi düştü gündeme! “Bursa’da 11 yaşındaki bir abla, 9 yaşındaki kardeşini boğarak öldürdü” diyordu haberde! Kanım dondu okurken. Hele tam da bu büyük meseledeki düşüncelerimi kağıda dökerken.

Geçtiğimiz günlerde de, bugünkü konuya yakın bir yazıyı kalem almış ve “insanlar kendilerine üst statüdeki kişileri rol model alırlar” demiştim. Bu bazen bir patron, bazen anne baba, bazen arkadaş, bazen de bir siyasetçidir. Her gün her saat televizyonlarımız aracılığıyla evlerimizin içine kadar arzı endam eden büyük büyük siyasetçilerin, ağızları dolusunca birbirlerine hakaretler yağdırdığı, öfke dolu sözcükleri en yüksek perdeden haykırdıkları bir ülkede yaşayan toplumdan “öfke”den başka ne beklersiniz?

Halden anlayan bir toplumdan, halden hale giren birer canavara dönüşen bir toplum. Sanki metamorfoza uğramış, gözleri pörtlemiş, filmlerden fırlamış yaratıklarla dolu etrafımız.

Bir yerde okumuştum. Bir psikolog, “öfke normaldir, yıkıcı olan saldırganlıktır” yazmıştı. Asla katılamayacağım çok iddialı bir cümle. Öfkenin bu denli yaygınlaşması kabul edilemez boyutlara ulaştı artık. Diyaloglar yerini monologlara bıraktı. Herkes konuşuyor, en öfkeli sözcüklerle. Karşısındakini dinlemeyen bir sağırlar diyaloğu yaşanıyor. Sıradan bir açılış töreninde bile saatlerce ve haykırarak, bağırarak konuşan siyasetçiler büyük bir vebal taşıdıklarını iyi bilsinler. İyi bilsinler ve eserleriyle gurur duysunlar.

Geçtiğimiz günlerde “tüketirken tükenmek” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Aslında o yazıda tüketim endüstrisinin bizi getirdiği noktayı vurgulamaya çalışmıştım. Ama şimdi görüyorum ki, bu tüketme çılgınlığı o boyuta varmış ki, sevgiyi tüketiyoruz, hoşgörüyü tüketiyoruz, ahlakı tüketiyoruz, değerlerimizi tüketiyoruz, bütün iyi duygularımızı tüketiyoruz.

Bu tüketme de bizi, tatmin edilmeye muhtaç bir varlığa dönüştürüyor. İşte, eser ortada!

Eğer bizi yönetenler bu çok ama çok önemli konuya el atmazlar ise felaket bizi bekliyor. Yeterince geç kaldık zaten. Bir şeyler yapmak zorundayız. BUGÜN, HEMEN, ŞİMDİ!

Toplumsal cinnet