Eğitim sistemimizin iki sorunu
Millet olarak sisteme ve modele bayılırız. Sık sık kendimize yeni sistemler ve önceden farklı ülkelerde denenmiş modeller buluruz. Finlandiya modeli, Japonya sistemi, Norveç modeli, Alman sistemi derken, denemediğimiz model kalmadı.
Bugün bu arayışa son verecek ve yazımızın sonunda eğitim sistemimizin iki temel sorununu açıklayacağız. Karar alma makamında olanlar bu yazıyı iyi okusunlar. Başka ülkelerde çare aramaya gerek yok. Çare bu yazıda(!)
Grigory S.Petrov. Bir Rus yazarı. İlahiyat eğitimi aldı. Yoksulluğun, alkolün ve doğanın acımasız etkileriyle, eğitimin dibe vurduğu Finlandiya’nın, bir avuç eğitimci sayesinde, çok kısa sürede bir devrimi gerçekleştirip, eğitimde dünyada nasıl söz sahibi olduğunun kısa bir özetini yazdı. Kitabın adı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”. Bu kitabı okuduğunuzda, Finlandiya gibi geri kalmış(!) bir ülke bile bu işi başarılabilmişse, neden biz başaramıyoruz sorusu, daha da bir çınlar oluyor kulaklarımızda.
Buna benzer bir yöntemi biz de denedik aslında. İsmi, “Köy Enstitüleri” idi. Ama ne yazık ki, kimine göre ideolojik sebeplerden dolayı, kimine göre başarısız olduğu için akamete uğradı ve unutuldu gitti.
Her şeyin başı eğitim derler ya. Hakikaten de öyle. Millet olarak az okuyorsak sebebi eğitim. Trafikte ve diğer kamusal alanlarda sıraya girmiyorsak sebebi elbette eğitim. Üniversite sınavında istediği bölüme kapağı atmak için, okul derslerini bırakıp, son iki sene dershanelerde boş ve anlamsız bilgilerle zihinlerini dolduruyorsa gençler, sebebi gene eğitim. Ne garip bir paradoks değil mi?
Her yıl Mayıs ayı geldi mi, okullarda gevşeme başlar, Mayıs ortalarında bütün dersler biter, okullara tek tük öğrenci gelmeye başlar. Bu, okulların kapandığı haziran ayı ortalarına kadar devam eder.
Yani resmi kayıtlara eğitim öğretime devam edildiğini yazarlar, ancak bunun koskoca bir yalan olduğunu herkesin bildiği bir durum yaşarız her sene.
Dikkate alınmayacağını bilsem de, bir önerim var:
Madem ortada fiili bir durum var, yani son bir ay okullarımızda eğitim öğretim yapılmıyor, o bir aylık sürede başka bir şey yapalım. Her yaşa göre bir “yaşam ve toplumsal uyum” eğitimi verelim. Örneğin, ilkokul seviyesindeki çocuklara; yemek yerken nelere dikkat etmeliyiz, hijyen neden önemlidir, trafikte karşıdan karşıya nasıl geçeriz, parkta oynarken salıncakta sıra varsa ne yapmalıyız, yediğimiz çikolatanın çöpünü ne yapmalıyız sorularının cevabını hem okulda hem de parkta, trafikte ve sokakta vermeliyiz.
Ortaokul ve lise seviyesindeki çocuklarımıza; belediye hizmetleri nelerdir, hizmet almada sorun yaşarsak ne yapmalıyız, bankada para yatırırken nelere dikkat etmeliyiz, en öndeki kişinin ne kadar gerisinde sırada beklemeliyiz, sıraya girmeyenleri uyarmalı mıyız, vergi nedir, nasıl yatırılır, yere çöp atanları, trafikte kural ihlali yapanları nereye ihbar etmeliyiz, mahkemelerde hak nasıl aranır, tüketici olarak haklarımız nelerdir, nasıl hak aramalıyız gibi sayısız konuyu, sokakta, bankada, mahkemede, resmi dairelerde, yani hayatın tam içinde anlatmalıyız çocuklarımıza.
Son bir ay madem bomboş geçiyor okullarımızda, milli eğitim bakanlığımız bu konuda bir adım atar mı, bu satırları okuyan bir milletvekilimiz bu konuyu meclise getirir mi acaba?
Okullar sadece temel bilimlerin öğretildiği yerler olmaktan çıkarılmalıdır artık. Çocuklarımızı hayata hazırlayan “mektep”ler olmalıdır.
Gelelim yazının başındaki eğitim sistemimizin iki sorununa. Aslında çok fazla bir sorunumuz yok.(!) Eğitim sistemimizin iki sorunu var demiş Nurettin Topçu:
1-Eğitim, 2- Sistem
Hadi bu 2 basit sorunu çözmeye başlayalım. Bugün! Hemen! Şimdi!