Lider mi, sistem mi?
Çağdaş demokrasiler ile otokratik yönetimler arasında en belirgin fark, birisinin sistem odaklı diğerinin ise lider odaklı olmasıdır.
Otokrasi dediğimiz şey aslında monarşinin birazcık makyajlanmış halidir dersek yanılmış olmayız sanırım. Tek farkı, monarşide miras yoluyla geçen yönetim, otokraside kişi tarafından ele geçirilmiştir.
Otokrat yönetici emredici, buyurucu bir yöntem benimser. İyi ve güzel olan ne ise bunu ancak kendisi bilir ve halkının da bunu kabul etmesini ister. Aslında ister demek yetmez, “dayatır” demek daha doğru olur.
Demokrat rejimlerde ise, kendisi için doğru ve güzel olana “halk” karar verir, sorunlara çözümü yine halkın kendisi üretir, yöneticilere düşen ise halkın aldığı bu kararları uygulamak ve hayata geçirmekten ibarettir.
Otokrasi, yunanca kökenli bir kelime. Oto, kendi demek, krasi ise hükmetmek anlamına gelir. Yani, gücün, kudretli tek bir gücün elinde olmasıdır otokrasi. Bu gücün sınırı da yoktur. Gücü elinde bulunduran kişi ya da kişiler istedikleri gibi kanunlar çıkarabildikleri gibi, en temel kanunları bile çok kolaylıkla değiştirebilirler.
Demokrasi ve kuvvetler ayrılığı onlar için sadece “laftan ibaret” bir takiyye enstrümanıdır.
Hatırlarsınız, onlar laikliği, gitmek istedikleri durakta inecekleri tren olarak tanımlamışlardı.
İşte tam da bu anlattıklarımız sebebiyle, çağdaş demokrasiler, lider değil sistem odaklıdır. Halk lidere değil ekibe bakar.Tek bir kişiye değil sisteme bakar.
Batı demokrasilerinde seçimlere katılım oranının çok düşük olmasının altında yatan temel şey, halkın demokrasiye olan inançsızlığı değil, sisteme olan güvenidir. Çünkü oradaki halk, kişilerin değişmesiyle çok fazla bir şeyin değişmeyeceğini bilir. Aslolan lider değil, sistemdir çünkü.
Avrupa’nın aksine, ABD’de her ne kadar lider odaklı bir yönetim olsa da, oradaki denge-denetim o kadar kusursuz bir şekilde kurgulanmıştır ki, ülke yönetimindeki kişilerin bu denetimi aşarak, kişisel saik ve menfaat amacıyla hareket etmeleri nerede olanaksızdır.
Halkın seçtiği senato üyelerini bile, 4 yıl yerine her 2 yılda bir üçte birini ( 33 adetini) yenileyerek , hem seçmeni, hem de seçileni “otokontrol” altına alma olanağı sunar.
Ülkemiz oldum olası lider eksenli yönetimlere alışmış bir ülke olageldi. Sağdan ya da soldan, hangi partiye bakarsanız bakın, hepsinin lider odaklı olduğunu görürsünüz. Bu o kadar içselleştirildi ki, seçimlerde sadece liderler konuşur oldu. Sadece liderler yarıştı, sadece liderlerin performansına bakıldı. Hatta liderlerin fiziksel görünüşleri bile seçimlerde yarışır oldu.” Bizim lider yakışıklı senin liderin yakışıklı değil, bizim lider uzun boylu ama senin liderin kısa boylu” gibi saçma özellikler yarıştırıldı.
1977 yılında Almanya’da kurulan ve 2004 yılından beri yayımladığı “dönüşüm endeksi” araştırmasıyla, dünya genelindeki demokrasilerin durumunu analiz eden Bertelsmann vakfının, bu yıl yayımladığı raporunda, Türkiye “ılımlı otokrasi” ile yönetilen ülke olarak sınıflandırıldı.
Ali Babacan’ın liderliğinde kurulan Deva Partisi, “lider odaklı parti olmayacağını” iddia ediyor. Bu sözlerinin arkasında durabilecekler mi ya da seçmen, lider odaklı olmayan bir partiyi benimseyerek iktidara taşıyacak mı bunu zaman gösterecek. Ancak, ülkemizde bir siyasi partinin, “lider partisi olmayacağız, kadro partisi olacağız” iddiasında bulunmasını çok önemsiyorum.
Önümüzdeki 1-2 yıl çok renkli geçecek. İzleyip, göreceğiz.