Halkın İktidarı!
Takvimler 29 Ekim 1923’ü gösterirken Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, rejimine de demokrasi adı verildi. Demokrasi nedir diye sorulduğunda ise ‘’halkın kendi kendini yönetmesi, siyasal gücü doğrudan elinde bulundurması’’ denildi. Fakat bu durum cumhuriyetin ilanından 79 yıl sonra, takvimler 3 Kasım 2002 tarihini gösterirken gerçekleşebildi. Çünkü 3 Kasım 2002 tarihine kadar halktan kimse halkı yönetememişti, toplum yapısı iktidara yansımamıştı. Nasıl diye soracak olursanız, cevabı çok basit; 79 yıllık süreçte iyi veya kötü bir şekilde halkımızı bir adım daha çağdaşlaştırmaya çalışan geçmiş hükümetler kalıcı hiçbir etki sağlayamamışlar, bunun neticesi olarak da kalıcı bir iktidar oluşturamamışlardır. En nihayetinde 79 yıllık çabadan vazgeçilmiş, halkımızın gelişemeyeceği ve bilinçlenemeyeceği gerçeği gün yüzüne çıkmış, sonuç olarak topluma eş değer seviyede cahil bir hükümet var olmuştur.
Propaganda zamanlarında LGBT bireyleri de dahil olmak üzere tüm azınlık ve ezilmişlerin desteğini isteyen malum parti, geçen 20 yıllık süre sonunda bizleri ve ülkemizi, Araplaşma ve Şeriat tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. (Araplaşma kavramı ırksal bir yaklaşım olmayıp, tamamen kültürel yozlaşmaya yapılan bir atıftır.) Bunu uygularken kullandığı yol ise sadece yönettiği kitleyi taklit etmekten başka bir şey değildi. Çünkü mevcut toplum fertleri, yaptıkları hataları saklamak veya meşrulaştırmak için din ve ahlak değerlerimizi kullanmaktan geri durmamıştır. Bunun neticesinde yönetim yetkisini eline alan siyasi parti de bu yola başvurmuştur. Örneklemek gerekirse; ülkemin en büyük gündemi olan ekonomik sorunlar, iktidar mensupları tarafından ve özellikle iktidar partisi genel başkanı tarafından açıkça inkar edilmekte, böyle bir sorunun olmadığı iddia edilmektedir. Bununla beraber sorun kabul edilse dahi ‘’şükredelim, allahın izniyle bu günler geçecek’’ gibi istismar odaklı bahaneler kullanmaktadır. Toplumun yaklaşımına baktığımızda da aynı tepki ve bahaneler görülmektedir. Mevcut ekonominin sorunlarla boğuştuğu şöyle dursun, şahlandığı iddia edilmekte, en eleştirel yaklaşım dahi ‘’ekonomi kötü ama dış güçlerin oyunu’’ gibi saçma sapan bir yaklaşımla ifade edilmektedir. Daha başka bir örnekte ise iktidar mensuplarının uyuşturucu madde ile büyük bir savaş verdikleri, uyuşturucu tacirlerine aman vermedikleri iddia edilmektedir. Ama gel gelelim ki tüm uyuşturucu tacirlerinin iktidara yakın insanlar olduğu hatta kimi kullanıcıların iktidar partisi mensubu olduğu görülmektedir. Halk ve toplum nezdinde de durum bundan farklı değildir. Adliyeler ve cezaevleri uyuşturucu tacirleri ve kullanıcılarıyla dolup taşmakta ama bir yandan da her fert uyuşturucu satışından duyduğu rahatsızlığı dile getirmektedir. Daha başka bir örnek vermek gerekirse; iktidar partisi düşüncelerine yakın insanlar kadın-erkek ilişkilerine, insanların birbirlerine duygu besleyip bunun göstergesi olarak el ele tutuşmalarına, sarılmalarına, birbirlerine sevgi göstermelerine zina ve haram kavramları üzerinden karşı çıkmaktadırlar. Fakat yaşadığımız olaylar gösteriyor ki çocuk ve hayvan tacizlerinden tutunda, tecavüz ve sarkıntılık olayları da dahil her ahlaksız ve bağnaz davranışın merkezinde iktidar partisi düşünlerine yakın dernekler, dini kanaat önderleri ve şahıslar bulunmaktadır. Buna rağmen iktidar partisi ve mensupları tarafından bu ve benzeri derneklere, oluşumlara verilen destek hiçbir surette azalmamaktadır. Toplum geneline baktığımızda da durum bundan farklı değildir. İnsanların cahiliyetini kullanarak ve dini duygularını istismar ederek, bir araya getiren tarikatlar her türlü haram ve ahlaksız davranışı sergilemekte, bunlar ortaya çıktığı an ise inkar etmemekte ve mağdurlarını suçlu göstermektedir. Buna rağmen halk nazarında gördükleri saygı azalmamakta, aksine daha fazla destekçi toplamaktalar.
Yukarda verdiğim örneklerde de görüldüğü üzere, mevcut hükümet politikaları ve iktidar partisin göstermiş olduğu inkarcı, iki yüzlü ve adaletten, toplum yararından uzak davranışlar bize hiçte uzak olmayan, toplum bireylerinin ikili ilişkilerinde sıkça sergilediği davranışlardır. Hatta uzak olması şöyle dursun, tam olarak özümüzde olan, halkın içindeki bireylerin gösterdiği ve bundan gurur duydukları davranışlarıdır. Ülke kuruluşundan bu yana yıllarca bu durumun değiştirilmesi için çaba verilmiş olsa da her şey başarısızlıkla sonuçlanmış ve sonunda tıpkı iki yüzlü ve harami halkımız gibi düşünen, onlar gibi davranan ve tamamen onlardan birisi olan iktidar tarafından yönetilmemiz kaçınılmaz bir son olmuştur. Malum partinin yine halk tarafından demokratik yollarla iktidara geldiği de düşünüldüğünde, halkın ilk kez ve tam anlamıyla yönetime sahip olduğu anlaşılmaktadır.