Bir Yabancı Gibi
Anadolu bir çok medeniyetlere yurt olmuş ve bir çok defa işgale uğramış. Hepimiz tarih kitaplarında okuduk, Hititler’le başlayan Anadolu tarihi, hatta onlardan da evvel medeniyetler yaşamış olduğunu, Gaziantep yakınlarında yeni bulunan Göbeklitepe’den bilmekteyiz. Her seferinde bir başka kavim tarafından işgale uğramış Anadolu, hatta Avrupa’dan kavimler gelip yerleşmiş bu güzel yurtta. 1071’de başlamış Türkler’in bu güzel yurda Orta Asya’dan gelip yerleşmesi. Bu tarihe kadar Romalılar hakim olmuş uzun bir müddet bu cennete.
Hani hangi yerleşim yerinin etrafında kazı yapmaya kalksanız yerin altından tarih fışkıracak sanki. Anadolu’ya Selçuklular’ın gelip yerleşmesi sonrasında, Osmanlı Devleti’nin kurulması ve Bizans İmparatorluğu’nu devirip İmparatorluk payesini yüklenmesini, büyük başarı olarak okuduk tarih kitaplarımızda.
Geçekten böyle bir başarının, yani İstanbul’un fethi ile bir İmparatorluğun yıkılmasının bize ne kattığını düşünüyorum. Hani Osmanlı İmparatorluğu Viyana kapılarında şehri kuşatmış ya, hem her 2 kuşatmada günlerce savaşmış, onca telefat vermiş, ama Viyana’yı alamamış Osmanlı İmparatorluğu. Buna o kadar seviniyorum ki bilemezsiniz. Bir muhteşem yerleşim yeri olan Viyana’yı, sınırlarına katamamış olan Osmanlı, bu beceriksizliği ikinci seferinde, Sadrazam Merzifonlu, canı ile ödemiş. İlk kuşatmayı Sultan Süleyman 1529’da Eylül ve Ekim tarihlerinde başarısızlıkla neticelenen girişiminde, sadece Viyana surlarını top mermileri ile uzaktan dövmüş, Osmanlı ordusu. Şehrin düşmediğine bu gün çok mutluyum. Tuna nehrinin karşı yakasından atılan toplarla surlarda delik açmak mümkün olamamış. Hava şartları da Eylül ve Ekim aylarında yağışlı olduğundan kuşatmayı bırakıp, İstanbul’a Aralık ayında geri dönmüş Padişah Süleyman Osmanlı Ordusu ile.
Osmanlı Devleti yaklaşık 600 yıl, ortalama her iki senede bir Avrupa ülkelerine sefer düzenleyip, şehirleri ele geçirip, yağmalayıp haraca bağlamışlar. Sarayın ihtişamına harcamışlar, toplanan paraları. Halktan da vergiler toplamışlar, Sarayın itibarını korumak için. İtibardan tasarruf etmemek için Osmanlı Devleti, duraklama döneminde, Saraydan çıkmadıkları dönemlerde, giderleri karşılamak için başka ülkelerden para dilenmiş. Haraca bağlanan ülkelerin, Osmanlı’dan haraç almaya başladıkları döneme gelinmiş. Sarayın giderlerini borçla alınan paralarla karşılanması, halktan vergi toplamaya yetecek insana sahip olunamaması, Osmanlı’yı içerden çürütmüş.
Yabancılar verdikleri borç paraları geri isteyince, Osmanlı köşeye sıkışmış. Her dediklerini kabul etmeye mecbur kalmış, isimleri ABDÜL’le başlayan padişahlar. Vergi toplamada acizliği Osmanlı’nın, Düyun-u Umumiye’ye kadar uzamış. Ancak itibardan taviz vermeyen Osmanlı’yı, bir de içerden, liyakatsiz devlet memurları da yıpratmaya başlamış. Vergi toplama adı altında yabancılar doluşmuş İstanbul’a. Osmanlı’nın hesaplarını ele geçirmişler. Düşünebiliyor musunuz, kendi ülkenizde yabancısınız? Bir yabancı gibi kendi ülkenizde kendi kararlarınızı veremiyorsunuz.
Osmanlı Devleti’nde sefere çıkılması, Padişahın ordunun başında olması ile bilinir. Kanuni Süleyman sonrası 1650’li senelerde bu gelenek yavaş yavaş terk edilmeye başlanır. Haraç, talan ve çapulla beslenen ordu, sefer olmayınca çaptan düşmeye başlar. Kimi padişah ava merakı ile bilinir, kimi padişah musiki ile anılır, bu dönemlerde. Payitahtta bile yabancı ressamlar, yabancı entelektüel takımı nemalanır Saraydan. Bir çok eş dost ahbap sarayın bağlaması olur ve aylığa bağlanır. Ancak gelir olmayınca, yeterli haraçlar da kesilince birbiri ardından ve de itibardan tasarruf edemeyen Saray yerine, İstanbul’a yabancılar sahip çıkmaya çalışırlar. 1915’te İstanbul’a doğru yola çıkan Fransız ve İngiliz donanmasının ana hedefi İstanbul’a sahip olmak. Çanakkale’de bir avuç askerle ülkeyi müdafaa eden askerlerin başında Yarbay Mustafa Kemal, Tümen komutanlığına atanır. Cepheden cepheye gönderilen Yarbay Mustafa Kemal’in Çanakkale’de destan yazmasını sizler de biliyorsunuz.
Geri çekilen yabancı güçler daha sonrası 13 kasım 1918 ve daha sonra 14 mart 1920’de İstanbul’u işgal ederler. İtibardan tasarruf etmeyen Saray, beni ellemeyin ne isterseniz alın misali, İstanbul’u gümüş tepside sunmaya devam etmelerini kabul etmeyenlerin başında gelen Mustafa Kemal, ‘Geldikleri gibi giderler’ cümlesini, yaveri Cevat Abbas’a söylediği bilinir.
Dün İstanbul’da biraz dolaştım. Kendi ülkemde ciddi bir yabancılık hissettim. Kendimi sanki Arabistan’da bir Arap kentinde geziyor zannettim. Etrafımdakiler Arapça konuşmakta, dükkanların üzerindeki tabelalar Arapça, otoparktaki değnekçinin bile bana Arapça seslenmesi, bardağı taşıran son damla oldu. İsyan ettim, itibardan tasarruf edemeyen mevcut Saray erkanı, Arap ülkelerinden borçlanarak, Merkez Bankası’na emanet alıp koydukları yabancı cinsten paraların, bir gün geri ödemesi geleceğini unutmaması gerekir. Karşılığında neyi ipotek verdiğimizi henüz bilmiyoruz. Tıpkı Düyun-u Umumiye’de olduğu gibi. Bu vatan kolay kazanılmadı, itibardan tasarruf edilmez, ülkemizi ucuza pazarlamaya kimsenin hakkı yok, hangi koltukta oturursanız oturun, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.