AYKUT TUZCU DEYİNCE
‘Gül Hazin, Sümbül Perişan, Bağ-ı zârın Aykut’u Yok’
Bugün bir değerli arkadaşımı anmak istedim. Arkadaştan öte bir insandır benim için. Her ne kadar aynı dönemlerde yatılı okuduğumuz okulda bulunmadıysak da, aynı çeşmeden su içtik, aynı yatakhaneleri kullandık, aynı kayanın üzerinde ev hasreti ile kimseye görünmeden ağladık, yatakhanelere giderken her akşam 147 basamaklı merdivenden indik, sabahleyin yüzümüzü yıkadıktan sonra okula gitmek için 147 basamaklı merdivenden çıktık, aynı sofralarda yemek yedik, aynı dağa çıkıp Cumhuriyetimizin kuruluşunun yıl dönümünü koca koca taşlarla Erciyes Dağı’nın önünde bulunan Ali Dağ’a 1750 rakımlı tepeye Rumen harfleri ile yazdık ve beyaza boyadık, hem de önünde İstiklal Marşımızı ve andımızı var gücümüzle söyledik. Bu sene Ali Dağ’da “Aykutsuz TC. 100” yazıp boyadık.
Okuduğumuz okulda çok iyi bir eğitim aldığımızı söylemesem de olur diye düşünmekteyim. Yatılı okuduğumuz Talas Amerikan Ortaokulu’nda öğrenmediğimiz çok az konu vardı. Daha çocuk yaşta bize ilk yardım nasıl yapılır diye bir kursta eğitim verdiler. Kare biçimde bir bezle ilk yardımın nasıl yapılacağı öğretildiği ve kazada bu bezin nasıl mucizeler yaratıp, insan hayatının nasıl kurtarıldığı öğretildi, bu derslerde.
Okulda haftada 1 saat atölye dersi vardı ve öğretmen Garabet ustadan tornavida yapmayı, çekiç yapmayı, demir eğelemeyi, demiri işlemeyi ve tahtaya tornada nasıl şekil verilebileceğimizi öğrendik.
Bu becerilerle diğer dersler yan yana yürüdü. Her çocuğun yapabileceği bir spor dalı olduğuna inanan okul yönetimi ve aklınıza gelen veya gelmeyen bütün spor malzemeleri okulda mevcuttu ve bizler her gün birden fazla sporla meşgul olurduk. O kadar güzeldi ki okulumuz, kıskanılmaması mümkün değildi.
Böyle bir okulun Kayseri’de bulunması bir nimetti, ama bunun nimet olduğunu Kayserililer bilmiyorlardı. Beyin yapılarından mı yoksa yeniliğe kapalı olduklarından mı bilinmez Talas Amerikan Orta Okulu için ‘Gavur Okulu’ derlerdi. Bundan ben de Aykut da rahatsız olurduk.
Sevgili Aykut, ailesinde diğer kardeşine nazaran şanslı olduğunu ifade ederdi. Talas’taki bu okula, annesinin aşırı ısrarı neticesinde imtihanına girer. Baba TUZCU itiraz edemez ve AYKUT imtihanı kazandığını bağ evinde öğrenir. Büyük coşku olur evde. Aykut sonunda Talas Amerikan Ortaokuluna gönderilir. Okuldaki çocuklar, iki ayrı kategoride mütalaa edilir, bir bölüm çocuklar sakin ve asude okul hayatlarının büyük bölümünü kütüphanede kıraatle geçirir, diğer bir bölümü ise spor dahil boş zamanlarda oyunla geçirirdi. Aykut kütüphaneyi çok kullananlar içinde olur, derslerinde başarı sağlardı.
Aykut her hafta düzenli olarak evine mektup yazan çocuklar arasında olurdu. Zaten o mektup yazılıp nöbetçi hocaya verilmeden cumartesi Kayseri’ye gezmek için okuldan çıkış mümkün olmazdı. Elimizde 2.5 lira, harca harca bitmezdi. Talas medeniyetten 10 kilometre uzakta bir tepenin üzerinde şato gibi heybetli dururdu. Bugün bu okulu özlüyoruz. En önemlisi, kaybettiğimiz çok değerli arkadaşlarımızı özlüyoruz.
Edebiyat dünyasına beni teşvik eden birkaç insanı unutamam. Senelerce önce bir arkadaşım benden yayımlayacağı bir dergi için yazı yazmamı istedi. ‘Atkolik’ adlı mecmua çıkaracağım, yazı yazar mısın Metin Ağabey?’ diye sorunca hiç tereddüt etmedim. Konu AT olunca hep heyecanlanırım. Çok saygı duyarım bu hayvana. Derler ki ‘Şalgam aşa katıldığında kendini YAĞ sanırmış, sefil ata binince kendini bey sanırmış’ diye söylerler bu asil hayvan için. Bakın asil hayvan AT, sütü bozukları sırtından atarmış. İşte bu nedenle çok saygı duyarım bu hayvana. Teklifi kabul edip ‘Hem Nalına Hem Mıhına’ başlıklı yazı dizi yazmaya başladım.
Dergi çıkarken yine çok sevdiğim ve de Talas mezunu olan bugün rahmetle andığım METE AKYOL, Başkent Üniversitesi için çıkardığı BÜTÜN DÜNYA adlı dergi için hikaye yazmamı istemişti. Hayır diyemedim. Küçük hikayelerimi bu dergi için çıkardım.
Sevgili AYKUT TUZCU kardeşim de Gaziantep’te yayınlanan Sabah Gazetesi için makale yazmamı istedi. Nasıl hayır diyebilirdim, bu okul arkadaşıma. O gün bugün bu gazetede yazılarım yayınlanır.
Geçtiğimiz zaman içinde değer verdiklerimizi birer birer kaybettik. Aykut kardeşimizi de sonsuzluğa gönderdik. Bunu ifade ederken aklıma Bayati makamda ağır aksak bir şarkı gelir ve sözleri Recaizade Mahmut Ekrem’in yazdığı şiiri Rahmi Bey bestelemiş, sanki hissiyatımı aktarmakta cümleler;
‘Gül Hazin, Sümbül Perişan, Bağ-ı zârın Aykut’u Yok’ diye hüzünle bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına,