Ötekini Daha Çok Hissetmeyi Denemeliyim!

YAYINLAMA: 09 Temmuz 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 08 Temmuz 2024 / 19.54

Yaşarken defalarca ölür insan, bir kısmı mezarından yeniden dirilir, bir kesim ise gömüldüğü çukurda hayatla temassız kalır. Bedensel bir kayıp değildir ölüm! Zihnen, fikren, sezgisel ve hissi olarak küllenmektir ölüm. Seneca'nın dediği gibi, " yaşamın anlamını kaybetmişsen, hayatı zaten çoktan kaybetmişsin demektir..." Sosyolojik tarih bunun örnekleri ile doludur.

Gerisingeri yaşamı devr alabilenler her seferinde canlanmayı, köklenmeyi, türetmeyi ve bütünle tazelenmeyi öğrenir. Sevgi üretir, paylaşımı öğrenir, bir diğeri olur; böylece sömüren ve ezenlerin aksine barışçılığı ve lehteki gidişatı yüceltir.
Diğerleri varoluşlarından bağları koptuğu için; yıkmayı, yok etmeyi, ötelemeyi benimser, saldırganca ihtiraslara teslim olurlar. Her canlıyı makbulün aleyhtarı yapmayı tek görev bilirler.

Tohumlanan bu "ölüsever” tutkulular,  insani gereksinime göre yapılanmamış ve insan ile doğa arasındaki ortaklık, işbirliğine dayalı dengenin önemini kavramayanlardır. Her çağda “Ölüsever Krallar” yanlışlarını gizlemek ve vicdanlarını susturmak için durmadan çok bağırıp çağırdılar, ortalığı zehirli toz dumana bulayarak kendilerine meşru çıkış kapısı aradılar.

Bu durumu Fromm şöyle yorumlar; “özgür davranış, otantik ve estetik düşünce biçimlerinde başarısız olan birey ve toplulukların çoğu, toplumun bir parçası olup; işlemekte olan doğal düzenin ve akılcı gidişatının ortadan kalkmasına yol açacak etkilere basınç uygularlar.” Böylelikle bağımsız, özgün ve eşitlikçi düşünme birikimleri ve objektif yargılar ve de insanlık lehine olan yol, emek, istek ve kolektivizm hiç edilir. Bu aşırı organize olmuş "ölüseverlik," bireyin yaşam içinde “kendini yaratma iddiasını” istismar eder, acıları azaltmaz, uzlaşmazlığı körükler; gücünü insancıllıktan yana ilerleten seçkinliği ufaltmak için kullanır.

Bazı insanların duygudaşlık ve sempatiden yoksun kalmaları, bencil eğilimleri ve vicdani fakirlikleri kendi seçkileri değildir. Bu kişilik, “kuvvetli farkındalığın” ayak bağı olasılığı karşısında organize edilmiş atmosferin karakteristik etkisindedir. Endüstrileşme ve de emeğin yok sayılması ile başlayan modern çağ konsepti; görüş ayrılıklarını, endişeli yazınları ve fanatik nabızları planlı şekilde uyarlıyor. Gerektikçe hassasiyetleri kaşıyarak ayrışmayı zinde tutuyor. İşte burada hak hukuk ve özgürlükleri engelleyici "üstünler kuvvetinin” aşırı zorlayıcı çabasındaki kurumsallaşmayla çatışırız.

Albert Schweitzer ise, küresel düzlemdeki karakter aşınmasına başka yönlü uyarılarını ekliyor: “Sermayeci ve rantçı azınlık tarafından aşırı çalışmaya yönetilen nesillerin artık insan olarak değil de yalnızca çalışan olarak yaşamaya başladığını ve insanı insan kılan özelliklerin giderek yozlaştığını ve bu yozlaşma ile gerçek insan olma yolundaki engelleyici oluşum süreçlerine işaret etmektedir.”

Buda, Echart, Marx ve Schweitzer düşüncelerinde tutarlık gösteren bir diğer durum ise; “çalışmanın aşırılaştırılması sonucunda doğan yıkıcı etkilere” dairdir. "Sahip olmak" biçimindeki dünya güzellemesinin dayanak olduğu dünya manzarası; otoriter, baskın, yok sayan, önemsemeyen ve suç üreten toplulukların çoğalmasını kolaylaştırmaktadır.

Görünen o ki, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve yaşamsal eksende yoksullaştırılan insan kolayca preslenmekte. Bu insan modeli her kalıba kolayca sığdırılırken, anlama ve sorgulama mekanikleri terse evirilebilmekte. İnsanın kendi özü ve içsel gelişimleri ihmal (manipüle) edildikçe; egemen anlayışın kulu kölesi ve küçük makinesi olmakta zorlanılmıyor.

Yüzlerce yıllık propaganda ile tertiplenmiş bu kişilikle istendik doğrultuda yol alınabiliyor. Öldürücü şiddet, horlama, savaşlar, linç, saldırganlık, ırkçı ve ayrımcı tüm potansiyel karakterlerin felaketi ile karşılaşmamız sıkça olabilmekte. Bunalımlı, kritik ve kaos anlarında ajite olmuş bu insan tipi çocuklarının gözleri önünde tanımadığı insanların evini ve yaşam alanını tahrip edebilmekte. Bilinmesi gereken o  insan da geçmişte masum bir çocuktu. O tamamen suçlu değil aslında; gelecekte diğer çocuklarda tümüyle suçlu olmayacak, çünkü dünyanın hâkim sistemi bu tür davranışlara itiyor ve bunu gerçekleştirmeye zorluyor.

Kısacası Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi; "Ya ezenden yana olacaksın ya da ezilenden!
Bu işin az şekerlisi, çok şekerlisi olmaz." Kulağı iyide, doğruda, adalette, eşitlikte ve yüreği haksızlığa uğrayanda olmalı insanın. Haklı olmak ya da bilmek dünyayı düzeltmiyor. Mutlu ve iyi olmanın yolu haklı olmaktan geçmiyor. Taraf olmak, yanlışın hiç bir zerreciği ile uzlaşmamak, acı çekenin bilincinde olmak, bir diğerinin yoksulluk, göç ve sefaletine karşı ortaklaşmak kötü gidişatı değiştirebilir ve evrensel iyileştirmeyi sürekli kılabilir. Ama bu iyileşme zaman alacak…

Marx, "çabaladığım ve emek verdiğim halde, karşımda olumlu bir etki yaratamıyorsam çabam ve özverim yetersiz demektir," diyor. Öyleyse neden daha çok, “ötekine dokunmayı, ötekini bilmeyi, ötekini kendim için açığa çıkarmayı denemeyeyim ki?

Öfke ile sevinçle aynı anda karşılaşırken sevinci seçeceğiz. Barış ile kavga karanlıkta gelecek bize, barışı doğurmalı bizim sabahlar. Asya, Afrika, beyaz, siyah ve doğa ile, en uzak ve en yakınla eşitçe yan yana olduğumuz dünya bizim dünya olacak. Böylece istediğimiz kıtada, istediğimiz coğrafyada, istediğimiz toprak parçasında birlikte yaşamı başaracağız!

Böylece, "mısra mısra seveceğiz yaşamı!”

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Sahip Olmak Ya da Olmak (Erich Fromm)

İnsan Olmak Üzerine (Ercih Fromm)

Siyah Deri Beyaz Maskeler(Frantz Fanon)

Ötekini Daha Çok Hissetmeyi Denemeliyim!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *