Arkasından Koşuyoruz Gölgelerin

YAYINLAMA: 06 Kasım 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 05 Kasım 2024 / 16.41

Gözlerimiz karamsar ve kül rengi ışığa o kadar alışmış ki; uzağa, aydınlığa, genişliğe bakamıyoruz bile. Çünkü tarafsız bir bilginin çokça ters yönüne itildik. Evimiz, tek penceresinden başka görüş açısı olmayan sığınaklara dönüştü. Bir çoğumuz, ezberletilenin dışına çıkamıyor, çıkanları ise ihanetle suçluyoruz. Egemene tapıyor, onun belirlediği “utanç, şan, şeref ve ayıbın” önünde saygıyla eğilmeyi tekrarlıyoruz. Oysa batak karşısında kendini kurtarmaya çabalamayan ve boyunduruğa ayak diremeyen, ilkin kendini tutsak etmiş olmuyor mu? Bilmemiz gereken şu ki; göğüs kafesi fakir varlıklar hiçbir yaşam bileşenine katkı sunmuyor. Yine de “toplumlar yetmiş asırdır çürümüş yasalara boyun eğiyor,” işte. [1]

Hayatımıza dair neyi söylesek diye tasarlarken; hangi gündemi enine boyuna analiz edelim diye kafa yorarken; bir de bakıyoruz ki, yeni sürüm gündemler anlamaya çalıştığımız gündemi çoktan kuşatmış bile. Sonra göğsümüze ve de zihnimize koca mızraklar saplanıyor. Bir tür karartıyla, hayaletle çatışıyoruz aslında. Dünyanın en zoru işi kurgulanan hayaletle baş etmeye çalışmak değil mi? Durmadan gölgelerin ve karartıların arkasından koşuyoruz; yetişmiyoruz bir türlü güneşin ve doğanın gerçek ışıltısına. Hep aynı dozda tutuluyor bize sunulan meşguliyet. Böylelikle kendimizden koparıldıkça duygularımız tatsız tuzsuz tartışmalara ve iç karartan ön yargılara maruz kalıyor. Sonra dünyanın her sabahı bize aynı doğuyor, ruhlar yeniden nadasa kalıyor, özümüz yıkım üstüne yıkım yaşıyor.

“Sahne önünde” hepimiz zararsız, güvenli, saygın, zarif ve baskısız bir yaşamı tasarlıyoruz. Aslında yıllar önce birileri çıkıp böyle bir yaşamın mümkün olduğunu söylemeseydi, ne olurdu acaba? Yararımıza çalışanlar, önce düşünceyi bilinenden bilinmeyene evirdiler, sonra kalemi soldan sağa oynattılar. Yani bizden önceki birçok kişi, dünyanın olumluluğu için uğraştı ve bu yolda bazı eşikleri aştılar. Onlar duygulara saygınlık katarken, hisleri sevimlileştirdiler; yapılanı/yapılmayanı gözlediler; önem biçilmeyene uzun uzadıya bakıp anlamlara vardılar. Her canlının yüreğine bir parçacık dokundular. Yaşamın kendiliğinden ilerleyen sıkı düzenine sarıldılar. Yani hayatı umutlandıran ve içimizde çalan ezgiler ve de baş döndüren canlı notalar; hep bir yerlerin emeği, özverisi, bedeli ve de çabalarıyla süzülüp geldi. Artık bugün güzel beste yapamıyorsak; renk dokulu yaprakların tadına varamıyorsak; mevsimleri horluyorsak; canlı bir tırtılın yaşam istencini ve direnişine gönül koymuyorsak; bu çoktan bir şeyleri azalttığımızın işaretidir. 

Eleştiri hakkımızı özgürce kullanmalıyız. Öbür türlü özgün düşünce geliştirmek ve yenilik planlamak pek de mümkün olmuyor. Mesela Galileo, eleştiri gücünü kullanarak dünyanın dönüş ve şeklinin doğru bilinmesine varan yolu döşememiş miydi? Sokrates de bu yöntemle demokrasi, hak ve özgürlüklerin bilinmesine yol açan fikirlerini mevcut düzenin karşıtlığı üzerinden inşa etmemiş miydi? Marx, ezilen, sömürülen, eşitsizliğe uğrayan sınıfların ekonomi-politik, sosyal veya yaşamsal haklarının geliştirilmesine dair ilkelerin bu çerçevede anlaşılmasına dayanak olmamış mıydı? Eleştiri hakkımız yoksa kendimiz olamayız, katı ve yıkıcı statükoyu geriletemeyiz; hayatımızı başkasının yönetiminden kurtaramayız. Dışarıdan bir kurtarıcı bekledikçe biz bize kederlenmeye, kendi kendimizle dertlenmeye devam edeceğiz.

“Kültürsüzlük insanı boş, boşluk ise onu umarsız yapar derler.” [2] Kim bilir belki de hayal gücümüze boşuna prangalar vurulmuyor, kalbimizin ve düşüncelerimizin etrafına ümitsizlik ağları rastgele örülmüyor. Kim bilir? Belki de durduk yere milliyetçi, isteyerek dinci, kendiliğinde cinsiyetçi ve ırkçı veya durduk yere kutsal coğrafyacı olmuyoruz. Bu yollarla ellerimizden özgürlük alınıyor, bakış açılarımız bir kafeste karanlığa esir ediliyor. Belki şöyle devam ettirmek lazım: Hepsinden öte tertemiz bir hayat, doğallığı ve saflığı ile sevinçler katan hayat bize layık görülmüyor. Bizle hayatın arasına yığınla “çatışma” sokuluyor. “Kısacası insanın kendi yapısı, kendi düşünceleri, kendi istekleri olması engelleniyor. Daha çok başkalarının düşüncelerine ve de başkalarının isteklerine boyun eğdiriliyor.” [3] Başkalarının kararları hayatımızın içine düşüyor, bu büyük kaybımız işte.

Ne diyorduk, boşluk boş kalmaz. Mutlaka birileri, bir şeyler o yöne hücum eder. Biz müdafaaya fırsat bulamadan can damarlarımız sökülüp oradan atılır. Vasıfsız duyular böylelikle varoluşu baştan çıkarır. Virginia Woolf bu durumu şöyle özetliyordu: “Öğrendiğim kadarıyla üstüne basa basa söylüyorum. Kendi düşünceleriniz olmadan, insan ilişkileri, ahlak, …hayati tüm aktiviteler hakkında bildiklerinizi dile getirmeden bir romanı bile eleştiremezsiniz.”  

İçi hala boş bir oda olarak kalmak istemiyorsak, büyük özveri ve sürekli emek gerektirse de; ulaşmak istediğimiz hedefleri belirlememiz, bunları anlamamız, bunun için kolektif görüşlere istek duymalıyız. Kiminle hangi koşullarda dünyayı paylaşacağız? Bu dünyadaki süremiz dolmadan iyileştirici olanları nasıl buluşturacağız? Bunların yanıtının izini sürmeliyiz. Unutmayalım, dünyanın en büyük devrimleri; krallıkları yıkan, karanlığı yırtan fikirler belki de tek bir insanın fikrinden ibaretti.

“İnsanın en iyi yapacağı şey kafasında bir inşaata başlamasıdır.” [4] Her yerin insanca yaşanabileceği sonsuz alanlar için çabalamalıdır; doğadan, çocuktan, adaletten, eşitsizliğe uğrayandan ve de hakça bölüşümden yana insan kendini eğitmelidir. Onun için önce zihnimizin ufuklarını, zihnimizi özgürlüğe taşıyan ufukları tamir etmeliyiz.

Elbette gerçeğe tamamıyla ulaşmak, gerçeği ilerletmek ve süreklileştirmek en cefalı şeydir. Ama diğer yandan gerçeğe, hakikate ulaşma isteği ebedi ve üstün doğruların yasasıdır.

 

 

Yararlanılan Kaynak ve alıntılamalar:

Kırık Kanatlar (Halil Cibran [1,2])

Kadınlar İçin Meslekler Konuşması (Virginia Woolf [3] )

Mutlu bir Hayat Çak Az Şeye Bağlıdır ( Marcus Aurelius [4])

Arkasından Koşuyoruz Gölgelerin
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *