Hayatımız doğru yerde olmalıydı!
(Deprem öldürmez, tedbirsizlik öldürür!)
Koca bir dünya işte! Gece uyuduğunda nasıl bir sabah ile uyanacağını bilemiyorsun. Yarının başımıza ne çoraplar öreceğini düşünmeden uyuduğumuz oluyor mu ki? Canlı varlıklar kendini "bu bilinmezlikte" tam güvende hissedemiyor. Dünyamız herhangi bir zamanda sabit de kalmadı: Aktı aktı, devrildi, döndü kalktı, yeniden kendini doğrultu ve ilerleyişini kaldığı yaşta sürdürdü. Yeryüzü belki de bizim tasarladığımız, istediğimiz koşullara asla gelmeyecek. Onun kendi doğası bağımsızdır, o kendine ait dinamikleriyle bağışıklık kazanır. Biz ona bazen beyaz geceleri, bazen de kararmış güneşleri yakıştırsak da ‘o’ bildiğin kendidir.
" İnsana ait şeylerin hepsinin birbirinden tamamen farklı iki yüzü vardır. Bunu eşyanın (tabiatından) dış manzarasında da görebiliriz. Her şeyi, hangi taraftan ele alırsak alalım, ona göre değiştiğini göreceğiz."[1] Ama esas korkumuz, maskelediğimiz eşyanın tabiatındaki maskenin kalkması, yani onun gerçek yüzü ile karşılaşma olasılığımızdır. Çünkü sahnelenmiş kurguyu bozmamaya imtina edecek olağanüstü yapıya evirilmişiz. Oysa insan, deneyimlerin verdiği güvenirlikle irkinti ve kuşkularına karşın tedbirlerini geliştirebilir. Böylelikle kendini tehlikelerden uzak tutabilir. Zamanı, doğal akışı ve kaçınılmaz şartları kavramamak ve bunlara uymasını bilmemek büyük tedbirsizliktir; deneyimlere meydan okumaktır. Bu tutumsuzluk umudu paçavraya çevirebilir.
Nietzsche'nin dediği gibidir belki de? "İster bedensel ister ruhsal olsun her büyük acı bize neyi hak ettiğimizi söyler; çünkü onu hak etmeseydik başımıza gelmezdi." Hayatın kendi varoluşu, özgür iradesi yanılgıyı sevmez. ‘O’ doğruya akar, çünkü yararlığın bolluğunu kuşanmıştır, Böylece açığa vurması gereken vicdan hakiki olanı anlamaktır; hoş inançları keşfetmektir, sevimli umutları ve sevimliliği yüceltmektir. Mesele, bilinmeyeni hoşgörüyle karşılayıp, onu bilinene dayandırmaktır. Zorunlu olan bilinenle bilinmeyeni sakinleştirmek ve öylece şeffaflaştırmaktır.
Böylelikle hiçbir egoya eşlik edilmeden, dejenere olunmadan ve kurguya taviz verilmeden gerçeğin ölçüsü uyandırılabilir. Hani Shakespeare diyor ya, "yıldızları süpürürsün, farkında olmadan, güneş kucağındadır bilemezsin..." Bilmek, anlamak, fark etmek hayata sadakattir. Ama karşılaşılan can sıkıcı durumların öz kaynağını sarsmadan hiçbir çöküş ötelenemez. Unutmayalım ki: “İnsan ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse, o kadar kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinlere kötülüğe.” [2]
Duyularımız yalan söylemez, boşluğun her iki yüzünü aydınlatır; uzaktan, alçaktan gelen her değişimi, her hastalıklı ağı iletir ama öğretiler bizi bolca yanıltır. Sel, yangın, deprem, savaş, yozlaşma, bozulma ve bilinmez hala bizden canlılığı koparıyorsa bu aklın ve vicdanın esneyişiyle (deformasyonuyla) ilgili olabilir mi? İlgisizlik, tedbirsizlik; verimlilik ve tedbirleri pas geçmek yaşamın köklerini kurutmuyor mu, canlılığı koparmıyor mu, dünyayı başımıza yıkmıyor mu? “Saygıdeğer ve kesinlik kazanmış gereklerin” tersi yönde hareket edip, sonra da dönüp yaşamı suçlayarak neyi elde ediyoruz? Salgın hastalıklardan, açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan, depremden, yangınlardan, doğal afetlerden dolayı tüm güzel şeylerin yok olması, acıyı hak ediyoruz diyen Nietzsche'yi haklı çıkarmıyor mu?
Nereye gidersen git, insanın dertleri ortak, ortak dertleri var insanın. Ülkemizde 2 yıl önce yaşanan deprem on binlerce insanı canından etti. Yüz binlerce insanı malından, toprağından, evinden, sevdiklerinden ve anılarından etti. Bir çoğumuzun sevinçleri derine gömüldü. Sevdiğimiz insanlar artık onları sevdiğimizi bilmeyecekler. Her birimizin içinde büyük kederler toplaştı, karanlık duygusu yüzümüze is oldu. Aslında çok zaman önce söylüyorduk: "Deprem öldürmez tedbirsizlik öldürür." Yan yana iki evden biri yıkılmıyorsa, bu depremin öldürmeyeceği iddiasını kanıtlamıyor mu?
6 Şubat acısı önceki acılar gibi eğitici olmalı! Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Şeffaflık Derneği’nin) raporuna göre: Deprem öncesinde ve sonrasında atılan yanlış adımlar net bir şekilde kavranmadan sağlıklı bir sistem değişikliği yapılması ve depremle birlikte yaşama pratiğinin deprem ülkesi Türkiye'de kök salması zor görünüyor. Rapora göre: “Sağlık ve güvenlik koşulları belirsiz olan 3 milyon 152 bin 94 adet kaçak ve imara aykırı yapı, yapı kayıt belgesi almıştır. Yapı kayıt belgesi verilmeden önce binalara teknik inceleme ve mühendislik hizmetinin verilmemesi, güvenli raporlarının ve güçlendirme işlemlerinin imar barışının sonrasına bırakılması gibi faktörler, yerleşimine izin verilen bu binaları risk unsuru haline getirmektedir. Ruhsatsız ve projesiz bina yapımı, yapı kullanım izninin alınmamış olması, deprem yönetmeliğinin takip edilmemesi, malzeme yetersizlikleri ve uygulamada işçilik hataları, statik ve mimari projeler arasında farkların olması depremdeki can ve mal kayıplarının esas nedenidir,” denilmektedir.
Hâlbuki insanlık güvenli bir gelecek için durmadan çareler üretti: Ortaklık ve işbirliğinin önemini sezdi. Herkesin yaşamını güven içinde sürdürmesinin kendi güvenliği olduğunu anladı: Kimsenin bir diğerine tahakküm kurmaması ve her tür tehlikeden korunmak için imparatorluklar, krallıklar, devletler, hükümetler oluşturdu ve uygarlıkları yarattı. Bütçeler oluşturdu, uluslararası ve yerel deneyimleri yan yana getirdi, teknolojiyi çoğalttı, bilimi önceledi. Barınma zorunlu bir ihtiyaçtı ve insanlık bunu on binlerce yıldır keşfetmişti. Evlerimizin temeli, direği, duvarı sağlam olmalıydı; bizi korumalıydı, yaşatmalıydı. Hayatımız doğru yerde olmalıydı, çıkar amaçlı değil yaşam amaçlı konutlarımız olmalıydı. Yüreğimizin çarpıntısını aydınlığa, yükseklere ve geleceğe vuran sokaklarımız olmalıydı. Kentlerimiz, köylerimiz görkemli bir sürü aşka şahit olmalıydı.
Yararlanılan Kaynak ve Alıntılamalar:
6 Şubat Deprem Raporu: Uluslararası Şeffaflık Derneği
Deliliğe Övgü ( Erasmus, [1])
Putların Alacakaranlığında (Nietzsche, [2])