Acaba çaresizlikten yılana mı sarılıyoruz?

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Son zamanlarda giderek yoğunlaşan ortak bir kaygımız var.

Bu ülkede özgürlükler ve demokrasi olmadan barış nasıl sağlanacak?

Bu kaygı ve kaygının yoğunlaşmasının nedeni ise, Başbakan Erdoğan ve iktidarı.

Nasıl yani? Kürt sorununu çözecek diye hem adamı yere göğe sığdıramıyorsunuz, hem de özgürlükler ve demokrasi için kaygı duyuyorsunuz” denebilir, doğru.

Ancak, Erdoğan’ın, “En küçük eleştirilere bile tahammül gösterememesi, aşırı öfkesi, saldırganlaşması, yandaş olmayan gazeteciye karşı düşmanca tavırları, gökte tanrı yerde ben halleri” hem süreci, hem de demokrasiyi tehlikeye sürükleyecek düzeyde.

İnsan; sürecin gelişmesine sevinirken, “Demokrasinin ana unsurlarından biri olan gazete ve gazetecileri sindirme, yok etme hırsındaki” tehlike arz eden Başbakan arasında bocalayıp kalıyor.

                                                                ***

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugün kendisine başkanlık yolunu açmak uğruna da olsa ülkenin en önemli ve onbinlerce gencin yaşamına malolan Kürt sorunu konusunda, yerleşik tüm tabulara rağmen birşeyler yapıp, zaman zaman ezber bozan söylemlerde bulunabiliyorsa ve de arkasına önemli bir kamu desteğini alabiliyorsa, unutmamalıdır ki ona bu yolu tek kaygıları “demokrasi ve barış” olan Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar gibi basının önde gelen, güvenilir, güçlü isimleri açmıştır.

                                                               ***

Bugün Kültür ve Turizm Bakanı, ülkeyi terketmek zorunda kalan Hıristiyan ve Yahudiler’e geri dönün çağrısı yapıp, toplumdan olumsuz bir tepki almıyorsa, bunda İttihat ve Terakkici Cemal Paşa’nın torunu olduğu halde, “1915 Ermeni Soykırımı” diye yazabilen Hasan Cemal faktörü asla gözardı edilemez.

Başbakan bugün hedefine veya çözüme giden sürece her gün bir adım daha yaklaşabiliyorsa, oy ve koltuk kaygısı ile değil, memleket ve insan için mücadeleden sakınmayanların açtığı yol sayesindedir, bunu asla unutmamalıdır.

                                                               ***

Başbakan Erdoğan, bu ülkede Kürt ve azınlık sorunlarının ne olduğunun belki de farkında bile değilken, bu ülkenin gözüpek, adam gibi adam gazetecileri,  Kürt sorunu ile yatıp kalkıyor, sorunun kaynağını tartışıyor, çözüm yollarını araştırıyor, halkların özgürlüğünden yana taraf tutuyor, siyaset kurumu ile çözüme katkıda bulunmaya çabalıyor, Bekaa vadisinde karşı tarafın beklenti ve isteklerini bu tarafa taşımaya çalışıyordu.

Dün, Kürt sorununun çözümü konusunda açılan yolun taşlarını tek tek, karış karış, adım adım döşeyenlerin başında gelen Hasan Cemal’in 15 yıldan beri çalıştığı Milliyet Gazetesi’nden ayrıldığı duyuruldu okurlara.

Zaten 15 günden beri bu sonun geleceği bekleniyordu.

                                                               ***

İmralı tutanaklarının Milliyet gazetesinde yayınlanmasının ardından ateş püsküren Başbakan Erdoğan’a “Gazete yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmasın” diye yazmıştı Hasan Cemal köşesinde.  Başbakan Erdoğan bu tavra, “Batsın senin gazeteciliğin” seviyesinde yanıt verdi.

Erdoğan, bu süreçte gazetenin sahibi Erdoğan Demirören ile iki kez telefonla görüşmüş. Cengiz Çandar, “Ben başbakanın Hasan Cemal'i kovun dediğini sanmıyorum. Başbakan'ın gazabından çekinen bir patron görüntüsü var. Eğer gazetecilik ilkeleri olan bir patron olsaydı, Erdoğan'ın sinirlenmesine bakmazdı. Hasan Cemal gibi bir isme, 45 yıllık bir gazeteciye yazdırmıyorsa Başbakan'ın atın demesi bile gerekmiyor” diyor.

                                                               ***

Sonuçta, gazete patronları baskıya dayanamayarak Hasan Cemal’le yollarını ayırdı.

45 yıldan beri bu mesleğe hakkıyla emek verenlerden biri olan Hasan Cemal, Başbakan Erdoğan’ın ekmeğiyle oynadığı ilk gazeteci değil, bu gidişle sonuncu da olmayacak.

Demokrasiymiş, insan haklarıymış, ifade özgürlüğüymüş hak getire!

Canını sıkanı bir kalemde ortadan kaldırmak istiyor ve kaldırıyor.

                                                               ***

İşte bu yüzden de Türkiye’de barış sürecinin başarıya ulaşmasını dileyen herkesin kaygısı aynı noktada düğümleniyor.

Demokrasi” ve “özgürlükler” olmadan nasıl “barış” olacak?

Gazetecileri susturan, medya patronlarını sindiren, kendisini eleştirene yaşam hakkı tanımayan, diktatörlüğe özenen bir Başbakan ile nasıl barışa ulaşılacak?

Eleştiriye kapalı, hatalarının söylenmesine tahammül gösteremeyen, sürekli pohpohlanmak ve yalakalık beklentisi içinde olan, yaptığı herşeyin mükemmel olduğuna inanmak gibi bir hastalığı bulunan bir siyasetçiden ülkeye özgürlükler, demokrasi ve barış getirmesini beklemek ne kadar doğru olur?

Bu sorun çözülsün, akan kan dursun diye acaba çaresizlikten yılana mı sarılıyoruz ki?

 

Acaba çaresizlikten yılana mı sarılıyoruz?