İnsülin pankreas adacıklarının beta hücrelerinde sentez edilerek ve kandaki şekere (glukoza) bağlı olarak salgılanan bir hormon olduğunu ve insülinin kandaki glukozun hücre içine girmesini sağladığını ifade etti.
Diyabetin genetik, çevresel faktörler ve yaşam tarzı değişikliklerinin kompleks etkileşimi ile meydana geldiğini belirten Uzm. Dr. Çınkır, diyabetin tedavi edilmediğinde metabolik düzensizliklere bağlı olarak koroner arter hastalığı, son dönem böbrek yetmezliği, körlük ve ayakta amputasyonlara kadar giden ciddi bir takım sağlık problemlerine neden olabileceğinin altını çizdi.
Medical Park Gaziantep Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzm. Dr. Ümit Çınkır; ‘’Diyabet tüm ülkelerde tanısı giderek artan bir halk sağlığı problemidir. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre 2019 yılında dünyadaki diyabetli hasta sayısı 463 milyon iken bu sayının 2045 yılında 700 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Ülkemizde hastalığın sıklığının 2010 yılında yapılan TURDEP-II çalışmasında yaklaşık iki kat artarak %13.7’ye ulaştığı görülmüştür. Türkiye Avrupa’da diyabet oranı en yüksek olduğu ve en fazla diyabetli hastanın yaşadığı üçüncü ülkedir. Tahminlere göre, Türkiye, 2045 yılı itibari ile dünyada en fazla diyabetli nüfus barındıran ilk 10 ülke arasında olacaktır. Günümüzde insanlar daha az hareket etmekte buna bağlı olarak daha az enerji harcamakta ve daha fazla yiyecek tüketilmektedir. Bunun sonucu olarak, obezite artmakta, erişkinlerde görülen ve ana sebebi insülin direnci olan tip 2 diyabet sıklığı hızla artmaktadır. Bu artışın diğer başlıca nedenleri nüfus artışı ve dünyada ortalama yaşam süresinin uzamasıdır. Tip 2 diyabet eskiden yaşlı insanların sorunu iken, günümüzde daha erken yaşlarda, hatta çocukluk döneminde görülmeye başlanmıştır. Diyabet; tip 1, tip 2, gebelikte ortaya çıkan diyabet (gestasyonel diyabet) ve diğer nedenlere bağlı diyabet olmak üzere dört kısımda değerlendirilir. Diyabetli hastaların %80-90’ını tip 2 diyabetli hastalar, %5-10’unu tip 1 diyabetli hastalar oluşturmaktadır. Diyabetin belirtileri ise, Ağız kuruluğu, Susama hissi ve çok su içme, Halsizlik, yorgunluk, Kilo kaybı, Çok sık ve gece idrara çıkma, Ciltte kuruluk ve kaşıntı, Tekrarlayan mantar enfeksiyonları, Ellerde karıncalanma ve uyuşma olarak açıklanabilir. Diyabet tanısının konulmasında, Sabah aç karnına (en az 8 saat açlık) farklı günlerde bakılan en az iki açlık kan glukozu değerinin 126 mg/dl ve üzerinde bulunması, Diyabet şikayetleri olan bir kişide aç veya tok iken herhangi bir zamanda bakılan kan glukoz düzeyinin en az 200 mg ve üzerinde bulunması, oral glukoz tolerans testinde (şeker yükleme testinde) 2.saat glukoz değerinin 200 mg/dl ve üzerinde bulunması, Son 3 aylık şeker ortalamasını gösteren Hb A1C % 6.5 ve üzerinde bulunan kişiler. HbA1C ölçümünün güvenilir bir laboratuvarda, kabul görmüş bir yöntemle yapılması gerekir ve diyabet tanısının teyit edilmesi için kan şekerinin en az 1 defa yüksek bulunmuş olması gerekir. Diyabetik hastanın kan şekerinin uzun süreli yüksek seviyelerde seyretmesi kalp ve damar hastalıkları, inme, böbrek hastalıkları, inme ve ayak yarası oluşumuna neden olabilir. Diyaliz ünitelerindeki böbrek yetmezliği nedeniyle diyaliz tedavisi olan hastaların yarısı diyabet hastasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde körlüğe neden olan ilk üç hastalık arasında yer alır. Kaza dışı ayak/ bacak kaybının en sık sebebi de diyabettir. Bu bağlamda diyabet, doğru beslenme, Fiziksel aktivitenin artırılması, İlaç tedavisi ise insülin olmayan ilaçlar ve insülin olmak üzere iki ana grupta incelenir. İnsülin Tip 1 diyabet başta olmak üzere gebe hastalarda vazgeçilmez bir tedavidir. Tip 2 diyabet tedavisinde daha çok ağızdan alınan haplar ve insülin dışı enjeksiyon tedavileri kullanılır. Tip 2 diyabet tedavisinde ilaçların yetersiz kalması halinde tedaviye insülin eklenir veya haplar kesilip sadece insülin tedavisi ile tedaviye devam edilir. Bu ilaçların hangisinin ne zaman, hangi dozda kullanılacağı hekim tarafından sistemik sorgulama, fizik muayene ve kan tetkikleri sonucu ile karar verilir.’’ dedi.