Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, cezaevinde yaşanan baskılar, tecrit, AKP’nin yürüttüğü politikalar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) açıklamaları ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'ne ilişkin JinNews’in sorularını yanıtladı.
Cezaevlerinin, tutuklananların içeri girerken kendileriyle getirdikleri ruh haliyle şekillendiğini anlatan Güven, “Dışarıda mücadele ederken statükocu, tekçi, cinsiyetçi, erk zihniyeti korkuttuğumuzun farkındaydık. Demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin kırıntısının bile olmadığı bir ülkede, tutuklanma riski kaçınılmazdır. Bu nedenlerden kaynaklı cezaevlerine son derecede berrak düşüncelerle ve alnımız ak ve açık bir şekilde geldik. Ne ufladık, ne de pufladık. Biliyoruz ki özgürlük mücadelesi yürütürken karşımıza çıkabilecek duraklardan sadece birisidir cezaevleri… Bütün bunlardan kaynaklı bizler cezaevlerinin yan gelip yatma yerlerinin olmadığını aksine tam da dışarıda ihmal ettiğimiz araştırma, yoğunlaşma ve tabii ki üretme yeri olduğunu biliyoruz. Cezaevleri yıllardır Kürtler, demokratlar, sosyalistler, feministler kısacası emperyalistler gibi düşünmeyen bütün muhalif kesimlerin adeta devrimsel dönüşümler yaşadıkları alanlardır. Politik tutsakların; öz disiplinleri, kolektif yaşam anlayışlarıyla daracık alanları kocaman mekânlara dönüştürdükleri yerlerdir.
DİRENİŞ TARİHİ
Cezaevlerinin var olduğu günden bu yana kötü muamele, hak ihlalinin olduğunu belirten Güven, egemenlerin bütün tutsakları aynı anlayışla, ‘rehabilite etme, uslandırma, pişman ettirme’ gibi mantık dışı yöntemlerle iradelerini teslim almaya çalıştıklarını ancak bunun mümkün olmayacağını kendileri de bildiğini söyledi. Güven, “Bu konuda şiddet, baskı, işkence tarihiyle direniş tarihi her zaman birlikte ilerlemiştir. Yani Esat Oktaylar var iken onun yüzüne tüküren Sakine Cansızlar, karşısında dimdik duran Laz Kemaller de vardı. Dolayısıyla faşist iktidarlar ölümü öldüren cesur tutsakları, tarihe bakarak hatırlayabilirler. Aynı zamanda katil, zalim, işkenceci görmek istiyorlarsa aynaya da bakabilirler. Bugün de özgür düşünceden korkan, bilimi, felsefeyi, her türlü aydınlanmayı kendi karanlık düşünceleri için tehdit gören bu zihniyet, cezaevlerinde kaos yaparak isyan planlamak istemektedir. Bu kirli planın farkında olan politik tutsaklar büyük bir sağduyu ile bu durumla baş etmeye çalışıyorlar” dedi.
IŞİD’LİLER YERLEŞTİRİLİYOR
“Tutsakların gece yarısı koğuşları basılarak hem iç sürgün hem de dış sürgünlere maruz bırakılıyorlar” diyen Güven, Kenan Evren’in “karıştır, barıştır” anlayışıyla siyasi tutsakların koğuşlarının arasına IŞİD’lilerin yerleştirildiğini söyledi. Güven, tutukluların ayakta sayım, çıplak arama ve insanlık onuru ile bağdaşmayan birçok işkence uygulamasına maruz bırakıldığını dile getirdi.
TECRİT HER YERE SİRAYET ETTİ
Salgın bahanesiyle tutsakların aile görüşlerinden, sosyal etkinliklerine kadar tüm hakları engellendiğini anlatan Güven, kadın tutuklularının bu işkence ve hak ihlallerini daha ağır yaşadığını belirtti. Güven, “Çocuklu anneler, yaklaşık iki yıldır tüm çocuklarını bir arada göremiyorlar. Hasta tutsaklar adeta ölüme terk edilmiş durumdalar. Kürt politik tutsaklar olarak, yıllardır Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağır tecride dikkat çekerken tam da bu duruma işaret ediyorduk. Bu tecrit konsepti ortadan kalkmazsa bütün cezaevlerine hatta bir bütünen topluma sirayet eder demiştik. Evet, gelinen aşamada siyasetçisinden, akademisyenine, esnafından öğrencisine, çiftçilerden kadınlara, memurlara, işçilere ve toplumun tüm katmanlarına sirayet eden bir tecrit durumuyla karşı karşıyayız. Kürt tutsaklar bu hukuksuz tecridi kırmak, bir bütünen ortadan kaldırmak için çok çaba sarf edip, ağır bedeller ödediler. Ancak karşımızda kendi yasalarını dahi tanımayan her türlü ciddiyetten uzak, ‘tek adam’ sistemi duruyor” şeklinde konuştu.
CEZAEVİNDE HER ŞEY YASAK
Güven devamında şunları söyledi: “Her anlamda tecrit edildiğimiz zindanlarda, doğru habere ulaşmakta adeta imkânsız hale gelmiş durumdadır. Tek frekansa ayarlı dandik radyolar ve idarenin belirlediği (cezaevi yönetimi) ve ağırlıkta iktidarın havuz medyasını oluşturan 23 Türk kanalı izleyebiliyoruz. Yazılı basında da takip ettiğimiz Yeni Yaşam, Kürtçe Xwebun, Evrensel Gazeteleri, Jineoloji Dergisi, Demokratik Modernite Dergileri ve birçok yayın hukuksuz gerekçelerle bizlere verilmiyor. Kısıtlı imkânlarla takip ettiğimiz kadarıyla dışarıda gidişat hiç de iç açıcı değil. Olağanüstü değil olağan ötesi günlerden geçiyoruz. Kafka’nın George Orwell’ının düş gücü dahi yeterli değildir bugünleri anlatmaya… Toplum her anlamda derin bir anlaşma, kutuplaşmayı yaşamaktadır. Görünen o ki; Bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor.”
AKP’nin 2002’de ülkede yaşanan büyük bir kaos ve krizin yarattığı boşluktan yararlanarak iktidar olduğunu dile getiren Güven, AKP, iktidarı boyunca bir ittifaklar hareketi olarak yoluna devam ettiğini söyledi. Güven, “AKP hiçbir zaman tek bir parti gibi hareket etmedi. Aslında bir tarikatlar ittifakı da diyebiliriz. Dün cemaat ile bugün ise MHP ile kısmen Ergenekon ve birçok tarikat ile yolun sonuna gelmiş durumdalar. AKP’nin ülkeyi getirdiği durumu büyük usta Nazım Hikmet’in bir dörtlüğü ile ifade edecek olursak; ‘Eli kolu zincirlere vurulmuş/Vatan çırılçıplak yere serilmiş/Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş/Beyler bu vatana nasıl kıydınız?’
YALAN, YIKIM VE YOLSUZLUK
Sonuç olarak iç politikada, dış politikada, ekonomi ve toplumu ilgilendiren tüm alanlarda tam bir hezimet yaşıyorlar. Fakir ve zengin çelişkisi hiçbir zaman bu kadar derinleşmemişti. Muhafazakâr kimlik ile iktidara gelen AKP üç ‘Y’ ile mücadele edeceğiz sözü ile (Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) toplumu manipüle ederek, ‘yasak, yalan, yıkım, yolsuzluk’ ve her anlamda eşitsizlikleri derinleştirerek, yandaşlarıyla birlikte yolunu buldu. Ortadoğu’nun karakteri haline gelen bu olguların nedeninin tekçilik, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik olduğunu tabi ki biliyoruz. AKP ve ortağının ön göremediği bir yakın tehlike söz konusudur. Kullandıkları eril ve ayrıştırıcı dilden ve geliştirdikleri faşizan politikalardan kaynaklı ülke her an infilak edebilecek noktaya geldi. Yakın tarihte Tunus’ta bir seyyar satıcının bedeniyle yaktığı kıvılcım bütün Arap ülkelerinin nasıl bir başkaldırı sürecini yaşadığını yakın zamanda hep beraber gördük” diye belirtti.
ZULMÜN DORUĞUNA ULAŞTI
AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana sürekli kendisini Cumhuriyet tarihinde yapılan ve yapılmayanlarla kıyasladığına anlatan Güven, “Osmanlı İmparatorluğu’na duyduğu özlemle Kızıl Elma rüyaları gördü. Ülkenin bütün sorunlarında (Alevi, emek, eğitim, yoksulluk, işsizlik ve kadın sorunu) başarısız olan AKP, Kürt kırımında başarı sağlamıştır. Cumhuriyet’in 80 yıllık tarihinde Kürt halkına karşı geliştirilen bütün katliamların, ‘yeni versiyonu’nu şimdiki kuşaklara yeniden yaşatarak kendi zulmünün doruğuna ulaştı. Şimdilerde Kürt halkına uygulanan eski ve yeni zulüm hafıza odalarında sergileniyor.
17 BİN FAİLİ DEVLET CİNAYET İŞLENDİ
Geçmiş ve bugüne dair birkaç karşılaştırma yaparsak durum daha iyi anlaşılacaktır. Dersim isyanında Kürtler mağaralarda yakılırken, AKP iktidarında Kürtler Cizre bodrumlarında diri diri yakıldı. Van’da 33 Kürt kurşuna dizilmişti. Uludere’de 34 Kürt çocuğu bombardımanda katledildi. 17 bin faili devlet olan cinayet işlendi (Mehmet Sincar, Vedat aydın, Muhsin Melik). Taybet Anne Silopi’de Sokak ortasında günlerce kanlar içerisinde yattı. Şêx Sait, Seyit Rıza idam edildi. Sayın Abdullah Öcalan’a ağır tecrit uygulanıyor. Tekrar altını çizmek gerekirse Cumhuriyet’in 80 yılda yaptıklarını AKP 20 yılda yaptı. Ve hiç utanmadan Türkiye halklarının gözünün içine bakarak ‘Kürt sorunu yok, biz çözdük’ dedi. Kürtler dün devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanıyordu, bugün AKP’nin mahkemelerinde düşman hukukuyla yargılanıyorlar. Kürt sorunu halkların ortak aklıyla çözülebileceklerken, güvenlikçi politikalarda ve eski yöntemlerde ısrar ediyor. Eğer bugün Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, eşitlik ve özgürlük sorunları çözülemiyorsa bu en çok da Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynağını alıyor. Sonuç olarak, AKP ve MHP’de Kürt sorununu çözemeyen ve tarihin çöp sepetine giden birçok parti ve siyasetçi gibi aynı akıbeti yaşayacaktır. Demokrasi güçleri âmâsız, fakatsız yan yana durmalıdır. AKP mağdur edebiyatıyla geldi. Yolsuzluk gerçekliğiyle gidecek” dedi.
CHP’DEN BEKLENTİLER VAR
Bütün dünyada siyasi partilerin kuruluşlarında, tüzük ve program aracılığıyla her konuya dair politikalarını beyan ettiğini ifade eden Güven, “Bir parti kendisini sağ, sol, muhafazakâr, liberal vb. şekilde tanımlayabilir. Türkiye’de gelinen aşamada partilerin ideolojisi, politikaları tamamen nötrleşmiş durumdadır. Dolayısıyla sosyal demokratlardan beklenen, sağ muhafazakâr bir parti dile getirebiliyor ya da tam tersi yaşanabiliyor. CHP Türkiye’nin ilk ve en eski parti olması hasediyle önemli bir role sahiptir. Köklü geçmişine rağmen statükoculuğu aşamamış, kendi Rönesanssını sağlayamamıştır. Bu nedenle de bir türlü iktidar olamamış ve sürekli yerinde saymıştır. Ülkenin en önemli sorunu olan Kürt sorunu konusunda hiçbir somut proje üretememesi çok büyük bir talihsizliktir. 1989’da hazırladıkları Kürt sorununa dair raporda atıfta bulunmakla yetinmişlerdir. Bu duyarsızlık halkların çok ağır bedeller ödemesine neden olmuştur. Çünkü toplumun CHP’den beklentileri vardı. Geçmişin öz eleştirisi üzerine geliştirecekleri politikalar hem partilerini büyütecek hem de toplumsallaştıracaktı. Ancak bunların hiçbirini gerçekleştiremedi” dedi.
KÜRTLER İÇİN KÜÇÜK CHP İÇİN BÜYÜK BİR ADIM
Güven devamında şunları söyledi: “CHP 1938’den bu yana hala Dersim’e Dersim diyememiş bir siyasi partidir. Şimdi bütün bu eksik ve yetersizliklerden sıyrılarak yeni bir yol ve yöntem belirlemeye çalışıyor. CHP Genel Başkanı’nın eksik ve yetersiz de olsa sorunun adını doğru koyarak (Kürt sorunu demiş olması, Kürt halkı için küçük ama kendisi ve partisi için büyük bir adımdır) yıllardır sosyalist enternasyonelde olmasına rağmen TBMM’de görüşülen, ‘sınır ötesi’ tezkerelere evet demiştir. Başka ülkelerin sınırlarına işgal amaçlı kullanma arzusunda olan AKP’nin militarist politikalarına hizmet etmekten başka bir şey değildir. CHP’nin Kürt sorunu tespiti, tezkereye hayır deyişi ve düşüncelerinden dolayı tutuklu olan siyasetçiler hakkında fikir beyan etmesi, Türkiye siyaseti açısından son derece önemlidir. Önümüzdeki aylarda, yıllarda bu adımların seçimlere dönük taktiksel olduğu mu, yoksa bu konularda tepkisiz kaldığı yıllara dair bir öz eleştirisel yaklaşım mı olduğunu yaşayıp göreceğiz. Eğer CHP bu tarzda adımlarını cesurca atmaya devam ederse hem Türkiye siyasetinin önü açılmış olacak hem de Türkiye’nin başta demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda kronikleşmiş sorunları çözüme kavuşacaktır.”
25 Kasım’a ilişkin de konuşan güven şunları belirtti: “Dünyanın her yerinde 25 Kasım için kadınlar bir yandan hazırlık yaparken bir yandan da her gün katledilen hem cinslerinin tabutlarını omuzluyorlar. Biz tutsak kadınlar olarak bu yıl 25 Kasım’ı Afganistanlı kadınlara atfedilmesi gerektiğini düşündük. İnsanlık 21’inci yüzyılda bilimi, felsefeyi, aydınlanmayı, çağdaşlığı, evrensel değerleri, gerçek demokrasiyi ve ekolojiyi tartışırken Ortadoğu’da ve özellikle de Afganistan’da Taliban şahsında karanlık bir zihniyet sahneye çıkıyor. Kadın düşmanı bu erkek gürûh dünyanın gözü önünde kadınları yaşamın her alanından soyutlayarak eve kapatıyor. Nagehan Alçı gibi dışı modern içi karanlık kişiler de Afganistan’da canlı yayınlar yaparak, ‘Aaa o kadar da kötü değil’ diyebiliyor. Mirabel Kardeşlerden Saralara, Ekin Van’dan Hewrin Xeleflere ve Deniz Poyrazlara şiddet hep vardı ve maalesef hep olmaya devam ediyor.
‘ALANLARDA BİRLİKTE OLACAĞIZ’
Sevgili kadınlar bu 25 Kasım’ı da hüzünlü, üzgün, öfkeli ama kararlı karşılıyoruz. Devrimci bilgiyi devrimci eyleme dönüştürerek yolumuza devam edeceğiz. Dünyanın her yerinde gökkuşağının renkleriyle her türlü şiddete karşı direnişi kuşanıp katledilen her bir kadının hesabını soracağız. Biz politik kadın tutsaklar olarak yüreğimizi yüreğinize katarak alanlarda sizlerle birlikte olacağız. Tek bir kadının dahi şiddet görmeyeceği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü ahlaki politik yaşamı inşa ettiğimiz gün Las Tesis dansı ile Rojava halayını hep birlikte özgürce karşılayacağız.
Elazığ Cezaevi’nde bulunan 12 kadın arkadaşım adına alanlara çıkan ‘Yasta değil isyandayız, jin jiyan azadî’ diye haykıran kadınların yüreklerinden öpüyoruz.”