HDP'ye açılan kapatma davasına ilişkin konuşan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, "Biz bu ülkenin sorunlarının ancak meşru, demokratik siyaset zemininde çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. Biz prensip olarak siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız. Hangi parti olduğu önemli değil. Şahısların mevcut yasalara göre suç unsuru taşıyacak söylemleri, eylemleri olabilir, mahkemeler bunları alabilir ama bir kurumu tüzel kişilik olarak cezalandırmak, kapatmak, hele hele bu bir siyasi partiyse biz bunu doğru görmüyoruz" dedi.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkanı Ali Babacan, Artı TV'de yayınlanan Haber Aktüel programında, partisinin faaliyetlerine, ülkede yaşanan ekonomik krize, halkın muhalefet partilerinden beklentilerine ve HDP'ye açılan kapatma davasına ilişkin açıklamalarda bulundu.
DEVA Partisi'nin tarım eylem planına dair bilgilendirmelerde bulunan Ali Babacan, " Biz Türkiye'de yakın siyasi tarihimizin bir ilkini gerçekleştirdik. Yani seçimlerden çok önce, seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağını açıklamaya başladık. Adana'da buna başladık, yaklaşık 20 başlıkta bunları açıklayacağız. Bunları da açıkladıktan sonra bütün Türkiye'den ilgi yoğunlaşıyor, yeni öneriler geliyor. Bunların bazıları o 56 maddenin her birinin altında daha derine doğru gidecek çalışmalar şeklinde gerçekleşecek. Belki o 56 madde 57,58,59 olur. Yeni gelen önerilerle tabiki geliştirilebilir statik bir çalışma olarak görmemek lazım. Ama yaklaşık bir yıldır yoğun bir şekilde ilgili tüm taraflarla, tarımla bizzat uğraşan insanlarla, hayvancılıkla uğraşan insanlarla, akademisyenlerle ve ziraat odalarıyla görüşülerek hazırlanmış bir eylem planı bu. Sadece genel bir çerçeve ortaya koymadık, tarihe, takvime bağlanmış bir detay ortaya koyduk. Tarım alanlarını ziyaret ettik, tarım işçilerimizle buluştuk onların yaşadığı yerleri bizzat ziyaret ettik" dedi.
Tarım işçilerinin alanları ve onların yaşadığı yerlerle ilgili karşılaştıklarını anlatan Babacan, "Tarımsal üretimle ilgili ciddi sıkıntılar olduğunu ve çiftçilerimizin ciddi problemler yaşadığını zaten biliyorduk Özellikle maliyet artışı ki gübre, ilaç maliyet gibi kalemleri ki bunlar çok önemli kalemler iki kat artmış durumda. Yüzde yüzü aşan zamlar gelmiş durumda, mazot fiyatları da aynı şekilde artmış durumda. Biraz önce hayvancılık ile uğraşan üreticimizi ziyaret ettik. Onların da yem maliyetlerinin çok çok arttığını, ilaç maliyetlerinin çok çok arttığını yerinde görmüş olduk. Maliyet artışı şu an çiftçilerimizin en önemli sorunu ancak Konya Ovası'ndaki ver Türkiye'nin başka bölgelerindeki kuraklık sorunu çok ciddi bir problem. Ülkemiz zaten biliyorsunuz bir küresel ısınmanın etkisi altında. Bunu fiilen yaşıyoruz. Tatlı su kaynakları giderek daha zor bulunacak. Topyekün bir su yönetimi çok önemli. Mevcut su kaynaklarımızı daha verimli kullanmamız son derece önemli olacak Tarımda sulama tarımda verimliliği kat kat artıracak en önemli konulardan bir tanesi. Barajlar yapıldı Türkiye'de ama bu barajlarda biriken suyun tarım arazilerine ulaşmasıyla ilgili sulama yatırımları maalesef tamamlanmıyor. Gittikçe her sene sulama yatırımlarıyla ilgili bütçe de daralıyor. Hükümet önceliğini maalesef beton, inşaat, rant, gayrimenkul gibi projelere yatırıyor. Biz mesela Kanal Istanbul'un bu kadar acelesi yok, biraz erteleyin elinizdeki kaynağı tarımdaki sulama kanallarının ve sulama yatırımlarının tamamlanmasına ayırın. Basınçlı, damlama sulama sistemleri çok çok önemli. Bunlar olmayınca çiftçilerimiz ister istemez yer altı sularından yararlanmaya çalışıyor. Ama yer altı sularının ölçüsüz şekilde kullanılması hem elektrik pompalama maliyeti açısından çiftçimiz üzerinde büyük bir yük oluşturuyor hem de yer altı su dengemizi bozuyor. Bakın bu Konya Ovası'nda obruklar var. Bir zamanlar Meke Gölü diye bildiğimiz tabiat harikası bir gölün önündeyiz. Şu an da bir göl yok. Uydu fotoğraflarından bakıldığında tam da bir nazar boncuğu görüntüsü olan, masmavi suları olan bir göl bundan 6 sene önce tamamen kurumuş durumda. Çünkü yer altı sularımız gittikçe aşağı seviyelere doğru çekiliyor hem genel anlamda küresel ısınmanın etkisi ama aynı zamanda sulama kanalları yapılmayınca, hükümet bunu yapmayınca çiftçilerimiz yer altı sularını tarımda kullanmasının bir sonucunu burada maalesef görüyoruz. Bu da ülkemizdeki çölleşmenin çok önemli ispatlarından bir tanesi" dedi.
Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz, yoksullaşma ve erken seçim tartışmalarına değinen Babacan, "Şu an ülkemizde ciddi bir ekonomik kriz var. Tarım sektörü çok ciddi bir krizin içerisinde. Ülkemizde bir hukuk ve adalet krizi var. Vatandaşlarımız bunun hepsini yaşıyor, hissediyorlar. Şu an bir seçime girildiğinde iktidar partilerinin fazla bir başarı ortaya koyamayacağı da ortada. Şu an iktidarın kendi arzusuyla böyle bir ortamda seçime gideceğini sanmıyorum. Tabi bazı muhalefet partileri erken seçim isteriz diye bastırıyor. Ama yetki Meclis'te ya da Cumhurbaşkanı'nda yeni anayasaya göre. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanının ülkeyi kendisinin kaybedeceği bir seçime götürmek isteyeceğini ben tahmin etmiyorum. Bir süre daha deneyeceklerdir, problemleri çözmeye çalışacaklardır ama bu olmayacak. Zaten biz şu an olan hükümetin bu ülkenin sorunlarına asla çözüm bulamayacaklarına inandığımız için yeni bir siyaset başlattık. Problemlerin çözülmesi için dürüst ve işin ehli kadrolara işi teslim etmek lazım. Kadroların hem dürüst hem de işin ehli olması lazım. Ülkenin sorunları ancak böyle çözülebilir. Bu kadroların istişare ile çalışması lazım. Bin biliyorsanız bir bilene soracaksınız. Konunun taraflarıyla görüşeceksiniz. Ama şu an hükümet tarımdan, çiftçiden, esnaftan, ticaretten çok uzaklaşmış durumda. Adeta Ankara'da bir külleye hapsolmuş idare zihniyetinden bahsediyoruz. Bu kadar ülkenin gerçeklerinden uzaklaşmış bir hükümetin de sorunlara çözüm bulma imkanının kalmadığını düşünüyoruz. Bu biraz da kadro meselesi. İşi bilen ehil kadrolar olmayınca, dürüst kadrolar olmayınca ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretilemiyor.
AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin grup toplantısına muhalefete yönelik "Neymiş millet açmış buyrun siz doyurun" sözlerine dair değerlendirme yapan Babacan, "Bütçenin kontrolü hükümetin elinde. Türkiye'nin bütçesini hükümet kontrol ediyor. Bütün gelirlerin toplanması ve dağıtılmasını şu an hükümet yapıyor. Dolayısıyla bu ülkedeki yoksulluk sorunu, açlık sorunu varsa bu soruna müdahale etmesi gereken yine hükümettir. Bunu eğer becerebiliyorlarsa yapacaklar. Yapamıyorlarsa bırakacaklar ve yerine başka hükümet kurulacak ve yapacak. 'Siz yapın' diyorsa buradan kendilerine sesleniyorum; bıraksınlar biz daha iyisini yaparız. Ama önce bizim devlet yönetimine gelmemiz lazım ki bu sorunları çözmeye bir noktadan başlayalım. İnanın çok hızlı çözülür. Bir kabustan uyanma nasıl hızlı olursa Türkiye'nin sorunlarının bir kabustan uyanma hızında çözüleceğine biz kesinlikle inanıyoruz" dedi.
Halkın muhalefet partilerinden beklentilerine dair konuşan Babacan, "Halkımız kuşkusuz bizlerden çözüm bekliyor. Sık duyduğumuz bir ifade var, 'Ne olur bizim sorunlarımızı dillendirin' diyorlar. Neden bunu bizden istiyorlar? Çünkü sorunlarını dillendirecek yeteri kadar özgür bir medya kuruluşu yok. Özgürce yayın yapabilen, vatandaşların derdini haberleştirebilen medya kuruluşumuz çok sınırlı. Kendi sorunlarını vatandaşlarımız televizyon haberlerinde, gazetelerde az görünce sanki bunu hükümet 'duymuyor, bilmiyor' sanıyor ve bizlerden bekliyor. Şimdi STK'lar ciddi bir baskı altında. Vatandaşlarımız kendi sorunlarına bizlerin tercüman olmasını bekliyor, problemlerini dillendirmemizi bekliyor. Meslek örgütleri ve STK'lar da yoğun baskı altında. Korku iklimi içerisinde yaşıyorlar. Kendi temsil ettikleri kitleleri, ya da kendi temsil ettikleri meslek gruplarının problemlerini dillendiremiyorlar. 'Kendi başımıza bir iş gelir mi' diye korkuyorlar. Hükümetin oluşturduğu baskı ve korku iklimi sivil toplumu ve meslek örgütlerini sindirmiş durumda. Medya kurulularının zaten önemli bir bölümü hükümetin kontrolüne geçmiş durumda. Bir bölümünü de korkutarak, tehdit ederek istedikleri gibi yayın yapmaya zorluyorlar. Dolayısıyla ülkenin problemleri rahatça tartışılamıyor. Rahatça konuşamayan, tartışamayan problemlerini ortaya koyamayan bir ülke de sorunlarını çözemiyor. Önce hastalığı teşhis edeceksiniz ki tedavi aşamasına geçebilelim. Hastalığı konuşmanın yasak olduğu, hastalığı ifade edenin baskı altına alındığı, ben hastayım sorunum var diyenin terörist ilan edildiği bir ülke haline geldi Türkiye. Problemler dillendirilmezse bu problemlere asla çözüm üretilemez. Şu an Türkiye'nin yaşadığı tablo maalesef bu" dedi.
HDP'ye açılan kapatılma davasına dair partisinin bakış açısını açıklayan Babacan sözlerine şöyle devam etti:
"Bu hükümetin kafasında hangi plan vardır, zihinlerinde hangi tilkiler dolaşıyor bunu bilmemiz zor. Biz açık, şeffaf, hukuku önceleyen bir siyaset çizgisi izliyoruz. Biz bu ülkenin sorunlarının ancak meşru, demokratik siyaset zemininde çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. Biz prensip olarak siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız. Hangi parti olduğu önemli değil. Şahısların mevcut yasalara göre suç unsuru taşıyacak söylemleri, eylemleri olabilir, mahkemeler bunları alabilir ama bir kurumu tüzel kişilik olarak cezalandırmak, kapatmak, hele hele bu bir siyasi partiyse biz bunu doğru görmüyoruz. Kaldı ki yakın siyasi tarihimiz bunu defalarca ispat etmiştir. Türkiye'de çok parti kapatılmıştır ama kapatılan her partinin ardından aynı siyasi çizgiyi izleyecek bir başka parti kurulmuştur. Bunlarla insanları uğraştıracağınıza varsa eylem ya da ifade olarak suç unsuru olan konular, bunlar bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından ele alınsın. Ama altını tekrar çizeyim bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından ele alınması lazım. Mahkemelerin, genel anlamda yargının bu kadar yoğun bir siyasi baskı altında tutulduğu bir dönemde siyasi içerikli hiçbir davanın kendi hukuk mecrasında akıp gitmediğini de gayet iyi biliyoruz. Siyasi içerikli tüm davalar şu an hükümetin bizzat nokta atış talimatlarla yön verdiği, etkilediği davalardır. Dolayısıyla bağımsız ve tarafsız çalışmayan bir mahkemenin alacağı karara ne kadar güvenebilir bu da başka bir sorun."