Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için 24 Nisan'da sandık başına giden Fransalı seçmenler, yüzde 58,55 oyla Emmanuel Macron'u yeniden cumhurbaşkanı seçti. Beş yıl sonra yeniden karşı karşıya geldiği rakibi aşırı sağcı Marine Le Pen ise oyların yüzde 41,45'ini aldı.
Fakat seçimler bitse de seçim sonuçları ve beraberinde getirdiği tartışmalar bir süre daha devam edeceğe benziyor.
Yaklaşık 14 milyon seçmenin sandığa gitmemesi, 2017 seçimlerinde aldığı yüzde 33,9 oyu bu seçimlerde yüzde 40 bandının üzerine çekmeyi başaran Le Pen'in seçim sonuçlarını "kendi içinde büyük bir zafer" olarak nitelendirmesi, Macron'un yeniden seçilmesinin ülke çapında protestolarla karşılanması şüphesiz bu tartışma konularının başında geliyor.
Peki, Emmanuel Macron nasıl oldu da seçimleri kazanabildi? Kim, niçin, hangi adaya oy verdi? Macron'un yeni dönem için verdiği "yeni yönetim metodu" sözü iç ve dış siyasette karşılaştığı sorunlar ile baş etmeye yetecek mi? Ya Avrupa Birliği (AB), NATO ve Türkiye ile ilişkiler? "İkinci Macron döneminde" bu ilişkilerde bir değişim beklemeli miyiz?
Bu soruların cevaplarını Fransa'da akademik çalışmalarına devam eden sosyolog Dr. Engin Sustam ile konuştuk.
Aşırı sağ ve anti-faşistler karşı karşıya
Macron ve Le Pen'i destekleyenler neden destekledi, karşı çıkanlar hangi noktalara itiraz etti? Kimler hangi adaya neden oy verdi?
Seçim öncesinde benim söylediğim bir şey vardı. Bir röportaj yapılmıştı ve ben bu seçimin çok enteresan bir şekilde geçeceğini söylemiştim. Sürpriz değil. Çünkü geçen seçimlerde, 2017 seçimlerinde Macron'un seçilmesi gerçekten sürprizdi. Beklenmeyen bir adaydı. Ama bu seçim aşırı sağ ile anti-faşistler arasında geçti demekte fayda var. Yani, seçim solun yüklenmesiyle, liberaller – ve tabii solun mecburen yüklenmesiyle – oluşan bir cephe ve diğer tarafta da ikinci tura kalan Le Pen seçmenleri, aşırı sağın seçmenleri arasındaki bir durumla geçti.
Macron'un seçilmesi aslında Fransa solunun yüklenmesiyle birlikte bir tolerans üzerinden gelişti dersek yanılmış olmayız. Macron'un beş yıllık yönetim pratiği iki büyük kriz karşısında, özellikle pandemi ve sarı yelekliler karşısında başarılı bir tablo vermedi. İşsizliğin, güvencesizliğin çok ciddi boyutlara vardığı, fakirliğin çok arttığı, uzun süredir de hassas bir şekilde devam eden ekonomik krizin herkesi etkilediği, ama özellikle de orta sınıfları etkilediği bir dönemde Macron hükümeti çok başarılı bir tablo vermedi.
Tabii elbette sarı yeleklilere karşı şiddetin de bir şeceresi var. Onu da kimse çok kolay unutamadı. Yani, hükümetin, daha doğrusu solun da desteklediği bir hükümetin bu kadar kendi hakkını arayan alt ve orta sınıflara şiddet uygulaması, bu polis şiddeti elbette bir hafıza ortamı yaratı seçmende. Seçime böyle bir havada girildi. Öncelikle bunu belirtmek isterim.
Tam da çok anti-demokratik bir seçim barajının olduğu, iki seçim arasında bırakılmış bir seçmen oylaması dahilinde de girildi bu seçimlere. Elbette ki özellikle Fransa'yı kendi içine kapatmamak, aşırı sağın hegemonyası haline getirmemek için, aslında biraz da bu korkuyla ve solun güçlü çıkışıyla birlikte Macron o yüzde 58,5 oyuyla seçildi. Bu da aşağı yukarı 18 milyon 779 bin oy demek. Diğer tarafta ise, sanırım İkinci Dünya Savaşı'nın bir hafızası olsa gerek... Savaş sırasında Vichy hükümetinin aşırı sağ, ırkçı politikalarını belki dizginlemek için de bölünmüş bir oy potansiyeli bir şekilde Macron'u seçtirdi.
Aşırı sağın oy potansiyeli
Lakin, Macron hükümetinin o beş yıllık performansını dikkate aldığımızda, işsizlik, güvencesizlik, ırkçılık, ekoloji, eğitim, alım gücünde düşüş, emeklilik gibi konulardaki kronik devlet siyasetinin dışında bir de tabii ki liberal siyaset izlemesinin alt sınıflarda, yani dışarıda bırakılanlarda da bir nefret yarattığı kesin. Bence bu nefret hem merkez sağdaki önemli bir kesimi hem de aşırı sağdaki önemli bir kesimi yan yana getirerek yüzde 42'lere varan çok önemli bir oy potansiyelinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu, açık söylemek gerekirse çok tedirgin edici.
Bu tedirgin edicilik meselesi şu: Bir yandan Fransa'nın geldiği nokta açısından tedirgin edici çünkü son zamanlarda aşırı sağ hareketin çok ciddi boyutlarda sosyal medyada ve kamusal alanda kendisini belirgin bir biçimde gösterdiğine şahit oluyoruz. Irkçılık her alana yayılmış demekte fayda var. Ama tabii ki bu seçimde başka bir şey de var; bunu unutmamak gerekiyor:
İkinci turda seçime gitmeyen yüzde 28'lik bir çekimser oy var; 13 milyon 600 bin civarı olması gerek. Bu oy da bence Marine Le Pen'in Elise'ye çıkmasını engellemiş ve Macron'a bir şekilde bir destek sunmuş olabilir. Ama biz bu oyun ne olduğu konusunda emin değiliz hala.
Bu 13 milyon 600 bin kim? Tahmini olarak büyük bir yoğunluğu göçmenler olabilir. Çünkü Macron döneminde de çok ciddi acılar çektiler ve Le Pen'den de tedirginler, korkuyorlar tabii ki. Benim de bir göçmen olarak söylemem gerekirse, ilk turda ben Jean-Luc Mélenchon'a oy vermiştim. Mélenchon'un seçilme şansı yüksekti eğer dağınık bir sol gövde olmasaydı. Ama olmayınca açıkçası ikinci turda mecbur kaldık diyebiliriz. Macron'un zaferinin kilit noktalarından biri bunların toplamı.
Aşırı sağı destekleyen kesimler
Son 10 yıl çok önemli bir süreç bence. Çünkü 10 yıldır neredeyse aşırı sağı destekleyen sınıflar, ne yazık ki üst sınıflar, uluslararası şirketler veya büyük patronlar değil. Yani Macron'un yanında olan MEDEF neoliberal politikaları destekliyor. Asıl aşırı sağı destekleyen kesim alt sınıflar ve işçiler. Burada çok enteresan bir şey var: Liberation gazetesinde sosyolog Violaine Girard'a dayandırılarak yapılan bir sosyodemografik seçim anketi yayınladı. Seçim sonuçları bu anket sonuçlarında çok enteresan ve tedirgin ediciydi.
Oradaki analize baktığımızda aşırı sağ cephesinden çok korkunç bir durum ortaya çıkıyor. Özellik sağın 35-70 yaş arasından çok ciddi potansiyelde oy aldığınız görüyoruz. Çalışanlardan oy aldığını görüyoruz. Çeperde yaşayanlardan, yani Paris veya Lyon'un merkezinde yaşayan değil de kırsal alanda yaşayanlardan çok ciddi bir oy aldığını görüyoruz. İşçilerden yüzde 45 oy alınmış mesela. Bu çok enteresan bence; dikkat edilmesi gereken bir şey... Geliri düşük olanlardan, mesela geliri 1,300 Euro'dan az olanlardan yüzde 34 civarı bir oy alınmış; bu çok ciddi bir şey. Ama aynı zamanda 1.250-3.000 Euro arasında maaşı olan çalışanlarda da çok ciddi bir oy alıyor.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık
Bu, aşırı sağın politik dil olarak nerede durduğu ile de çok alakalı. Birinci nokta elbette ki ırkçılık. Çok alçak bir şekilde Fransız emekçilerinin göçmenler karşısındaki durumunu iyileştirmekten bahseden bir aşırı sağdan bahsediyoruz. İkincisi, yabancı düşmanlığı... Türkiye'de ve başka ülkelerde olduğu gibi elbette... Üçüncüsü, ayrımcılık, çok ciddi boyutta bir ayrımcılık... Ama diğer taraftan da bu ayrımcılık sadece Müslüman ve Yahudi karşıtı değil, tamamen göçmen karşıtı bir ayrımcılık, herhangi bir yerdeki göçmen karşıtı bir ayrımcılığın verdiği ideolojik bir refleks var burada. Bu, aşırı sağı çok güçlü bir şekilde bu hale getirdi.
Açık söylemek gerekirse, seçim öncesi Macron ve Le Pen'in TV'deki karşılaşmasında – ben hissiyat olarak, bir sosyolog olarak söylüyorum – bir yanda çok arogan (kibirli) bir neoliberal devlet başkanı Macron ve onun pratiğinin olduğunu, kimseye güven hissi vermeyen bir pratiğin ve konuşmanın olduğunu gördük. Diğer yanda ise aşırı sağın o korkunç adaylarından biri Le Pen'in açık ve bariz şekilde bir nefret siyaseti, ama diğer taraftan alt sınıfların ekonomik durumlarını iyileştirmeye yönelik çok güçlü bir destekleme programının olduğunu gösteren tavrı vardı.
Şimdi bunu izleyen, alt sınıflarda yaşayan, gerçekten kirasını, elektrik faturasını ödeyemeyen kişileri düşünürsek... Ki sarı yeleklilerin patlaması biraz da bundandı. Kırsal alanlarda yaşayan, özellikle de sağa çok yakın olan orta sınıflar gerçekten kendi benzinlerini alabilecek durumda değillerdi. İşine arabayla gitmek zorunda kalan, metro veya otobüs olanağı olmayan sınıflar başta çok tepki gösterdi ve bu, çeperden merkeze doğru yayıldı.
Bu dinamiği düşününce, zaten o TV konuşmasında Le Pen buna çok referans verdi. Macron karşısında "Siz sarı yeleklileri mahvettiniz; siz Sarı Yeleklilerin halen size ne demek istediğini anlamayıp onlara şiddet uyguladınız" gibi çok hassas bir noktadan girdi. İşte bu çok önemli.
Bu iki durum çok önemli. Bir: Macron'un seçilmesini sağlayan çok güçlü bir anti-faşist refleks ve aşırı sağın gelmesinden duyulan korku etkili oldu dersek yanılmayız. Diğer tarafta ise tam da bunun karşıtı olan göçmen karşıtı ve işsizliğin içinde boğulan kesimlerin nefreti var demekte fayda var.